Reklam Alanı

YİTİK ŞEHRİN İZİNDE…

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
“Mesela kuşlar uçar mı yaşadığınız kentin üzerinden? Kuşlar uçmuyorsa şehir midir orası? Bir de çocuklar oynar mı sokaklarında? İnsanlar şehirleri kendilerine benzettiler... Yazık oldu gelecek baharlara...” Mehmet Kaya “İnsanın en büyük erdemi şehir kurmaktır. Böyle diyordu Eflatun. Bir de Farabi var; “Erdemli Şehrin” peşinde idi. Ya da daha doğru bir ifade ile erdemli insanların yaşadığı şehri arıyordu. ''Sakinlerinin ancak saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları şehir, fazıl (erdemli) bir şehir olur…” Fazıl şehir için fazıl insanlardan müteşekkil toplumu adres gösteriyordu. Turgut Cansever ise “insanın dünyadaki görevi hüsnü muhafaza etmektir” diyerek, insana yaşadığı mekânı ve şehri güzelleştirme görevi yüklüyordu. “Şehir medeniyetin tezahür ettiği yerdir. Ahlakın, sanatın, felsefenin ve dini düşüncenin geliştiği ortam olarak insanın dünyadaki vazifesini ve en üst seviyede varlığın anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak şehrin oluşmasını sağlar" Şehir olarak bugün ne durumdayız diye Sadettin Ökten’i dinlediğimizde, hali pür melalimize dair önemli tespitlerde bulunur: “Yaşadığımız şehir sanki bize ait değil, oturduğumuz ev yabancı birisinden ödünç alınmış gibi. Bu şehri kim düzenledi, bu evi kim inşa etti ve biz bu yabancı mekânlarda oturmak mecburiyetinde miyiz? Burada bir kimlik sorunuyla karşı karşıyayız. Medeniyet tasavvurunun en önemli görünür ögesi kuşkusuz şehirdir. Bize özgü şehir ve ev, bizim uzmanlarımız ve uygulayıcılarımız tarafından bize ait özgün bir talep üzerine inşa edilecektir...” Neyi kaybettiğimizi hatırlıyor muyuz? Evet, her şeyin başında neyi kaybettiğimizi hatırlamak zorundayız. Şehir yitiğimizdir bugün; güzellik yitiğimizidir, dayanışma, yardımlaşma, komşuluk yitiğimizdir. Kaybolan sadece şehir sokak ya da bir yapı olarak ev değildir. Kaybolan bu yapıların ortaya koyduğu güzelliklerdir. Ruhunu terk ederek, kimliğinden uzaklaşarak oluşturulan kentler, şehri ve şehri ruhunun ortaya koyduğu iyiyi güzeli ve doğruyu hayatın dışına itmiştir. Bugün yeni oluşan kentler; şehri durduran, şehri ve şehrin değerlerini yok eden bir olgu olarak karşımızda durmaktadır. “Şehir" kavramı onu var-kılan insanların birbirine saygı gösterip, haklarını koruduğu ölçüde bu isme lâyıktır. Bir şehrin sakinleri birbirinin haklarını gözetmemeyi temel ilke haline getirmiş topluluğa dönüştüğü oranda kentleşir. Bir şehrin mimarisi, onu var-kılan insanların birbirine saygısı oranında diğer insanların manzarasını, güneşini koruyacak şekilde hayat bulur. Bir şehrin mimarisi yoksulluk üretmeye başlamışsa, kent zuhur etmiş demektir…” (Lütfi Bergen; Şehir Sünnettir) Nostaljik ya da romantik bir özlem değil şehre dair yaklaşımımız. Ruhu olan şehirler ancak insanın ruhunu koruyacaktır. Bugün insanların çoğu ruh yorgunu ise bunu birazda imkânı tüketen, insanı tüketen, insana kalp yetmezliği yaşatan mekân anlayışının insanı ve toplumu getirdiği nokta olarak görebiliriz. İnsanın ve mekânın birlikteliğini esas alan, evden sokağa, mahalleden çarşıya ve nihayetinde insandan şehire; birliği, ahengi ve iç içe bir şekilde mikro kozmostan makro kozmosa tevhidi esas alan şehir anlayışı,İslam şehrin mekânda tezahür etmiş halidir. Yahya Kemali’in “Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o; Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o” dediği şehirdir yitiğimiz. Ya da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ruhu olan, dolaysıyla ruhu olduğu için insanı da ihya edem şehir anlayışıdır özlediğimiz. “Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu…” İnsan idrak ettiğini inşa edecektir, neyi tasavvur ediyorsa ona göre tasarlayacaktır. Bu bağlamda şehirlerden kente geçişi, insanın tercihleri olarak da okuyabiliriz. İnsan mekânı tercihleri doğrultusunda inşa edecektir. Oluşturulan mekânın ardında bir tercih bir idrak bir tasavvur olacaktır. Evet, bugün bütün konforuna rağmen insan kendi eliyle oluşturduğu yeni mekânlarda huzur bulamıyorsa, neyi kaybettiğini dahası şehri yok ederek oluşturduğu mekânlara sahip olabilmek için neleri yitirdiği üzerine kafa yormak gerekecektir. Şehir imkândır, şehir mekânın insanı var kılma imkânı ve de var oluş mekânıdır. Şehirle olmak; şehri yaşamakla mümkündür. Şehri yaşamak; şehrin kokusunu koklayabilmek, şehrin tınısını duyabilmek, şehrin renklerine temas edebilmek, şehrin ruhunu hissedebilmekle mümkündür. Şehrin ruhu ise ancak kimliği olan şehir anlayışı ile mümkün olabilecektir. Şehrin; halinin üstünde, kokusunun, renginin, tınısının üstünde, ruhunun, taşının, toprağının üstünde, zamanının, mekânının üstünde işte ben buyum diyen bir kimliği vardır. Şehrin bütün güzellikleri esasen bu şehir kimliğinin yansımalarıdır... Kimliğini yitiren insan gibidir kimliksiz şehirler. Huzursuzdur, ürkektir, boşluktadır. Bugün şehirlerimiz bir kimlik krizi yaşamaktadır… Ne diyoruz, neyin peşindeyiz, nereye varmak istiyoruz? Yitik şehrin peşindeyiz; onun için öncelikle neyi kaybettiğimizi hatırlamak zorundayız. Mekânın insan üzerindeki etkisini daha iyi anlamak durumundayız. İnsan mekânda olur veya mekânda ölür. Mekân bize imkân sunan yerdir. “Mümkin Şehir” ancak insana imkân sunarak, insanı mamur ederek, insanı ihya ederek “ol”duracaktır. Aksi halde oluşabilecek durumun geldiği noktayı; bugün şehri durdurarak oluşturulan kentlerde; insanı tüketen, insanı huzursuz eden, insanı yok eden, insanı imha eden hale bakarak anlayabiliriz sanırım…
YİTİK ŞEHRİN İZİNDE…
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.