Cehennem, amellerin karşılığıdır; Allah’a asi olanların, emir ve yasaklarına itaat etmeyenlerin hak kazandığı bir cezadır. Cennet ise, amellerin karşılığı değil, Allah’ın rahmetinden dolayı mümin kullarına bağışladığı bir lütuftur.
Kur’an2da bazı ayetlerde cennetin insanların çalışmasının bir bedeli ve iyi amellerinin bir kazancı olarak gösterilmesi, insanı onurlandırmaya yönelik bir iltifattır. Yoksa erçekte insanın yaptığı tüm ibadetler, Allah’ın daha önce verdiği nimetlerin bir şükrüdür. Cennet, iman ve salih amellere karşılık olarak verilecek ama o iman da o amelleri işleme muvaffak olmak da onları cennete karşılık kılmak da Allah’ın Lütfü ve iyiliğidir. Bu itibarla hiç kimsenin, “Ben cenneti alın terimle ve hakkımla kazandım.” demeye de hakkı yoktur. Kul, Allah’a yün mü satmış ki onun karşılığı ve hakkı olsun.
Cehennem hak edilir, kâfirler ve günahkârlar ona müstahak olur ama cennet hak edilmeden verilen ikram-ı ilahidir. Kur’an-ı Kerim, “Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük de kendindendir. (Kendi kusurun sebebiyledir) (Nisa, 79) ayetiyle bu hususa işaret etmiştir.
Hz. Aişe annemizin rivayetine göre Peygamber (ASV) bir gün sahabilere hitaben, "Doğru yolu tutunuz, amellerde ifrata gitmeyiniz, müjdeleyip sevdiriniz. Şu muhakkak ki, hiç kimseyi kendi ameli cennete götüremez!" buyurdu. Sahabiler: “Seni de mi kendi amelin cennet götüremez ya Resulallah?” diye sordular. Resulullah (ASV): "Evet beni de. Ancak Allah beni bir mağfiret ve bir rahmetle bürüyüp korumuştur" buyurdu. (Buhari, Rikak, 18, Hadis no: 6467)
Kur’an’daki bazı ifadelerden cennetin insanların çalışmasının bir kazancı olduğu anlamında düşünülmüştür. Ancak bu gibi ayetler, insanı onurlandırmak için bir iltifattır. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’ı indirmesi ve insanı muhatap alması da insana tenezzül edip ve ona değer vermesindendir. Bu itibarla Kur’an’ında cenneti va’d etmesi onu ikram olmaktan çıkarmaz ve insanların amellerinin karşılığı bir kazanç ve hak durumuna getirmez.
Birkaç örnekle konuyu açıklığa kavuşturalım:
Trafik kurallarına uymak, intizamın, vatandaşlığın ve tehlikesiz hayatın gereğidir. Bu kurallara uymayanlar cezalandırılır Ama buna uyanların, “ben bu kurallara uydum, ücreti hak ettim, ücretimi verin!” demeye hakkı yoktur. Çünkü zorunlu olan görevini yapmış ve karşılığını da intizamlı, tehlikesiz hayatı yaşamakla almıştır.
Vatandaşlık gereği devletin koyduğu yasaları çiğnemeyen, görevini yapan kimse, “ben yasalara uymakla ücret hak ettim, hakkımı verin” diyemez. Yasalara uymayanlar, yolları kazanlar, yangın çıkaranlar elbette ki cezalandırılır, ama bu suçları işlemeyenler, “ben yolları kazmadım, binaları yakmadım, öyleyse ücretimi isterim” diyemez.
Ancak ülkenin hükümdarı yasalar ve kurallarla ilgili olarak, “asayişi, sulh ve sükunu sağlayan bu yasalara uymak herkesin zorunlu görevidir, bu kurallara uymayanlar cezalandırılacak. Ancak söz konusu bu kurallara uyanları ben mükafatlandıracağım, sarayımda ve bahçelerimde yer vereceğim” diye va’d etse, elbette va’dini yerine getirecek ama yine de bu kanun ve nizama uyanlar “ben bunu hakkettim” diyemez. Yani sultanın va’di, onu hak durumuna getirmez.
Ev sahibinin, misafirlerinin rahat etmesi, evinde bulunduğu sürece keyif ve lezzetini temin etmesi ve evin diğer sakinleri ile müştemilatına zarar vermemesi için koyduğu kurallara misafirin itaat etmesi karşılıksız görevdir. Bu kurallara uymadığı taktirde hem kendi, hem ev halkının rahatına zarar verdiği hem evin tahribine yol açtığı için elbette cezalandırılması ve meydana getirdiği zararları tazmin etmesi hak ve adaletin gereğidir. Gereken cezaya müstahak olur. Ama evin kurallarına itaat eden misafir, kendi rahatını temin etmekle karşılığını almıştır, ayrıca bir ücret hakketmez. “Ben evi yakabilirdim ama yakmadım, öyleyse ücretimi verin!” demeye hakkı yoktur.
İnsanın, Allah’ın emirlerine itaat etmesi ve yasaklarından kaçınması, insan olarak yaratılması ve kendisine bu dünyada verilen sayısız nimetlerin karşılığı bir hamd ve şükürdür. Yoksa ahirette va’d edilen cenneti kazanmanın bedeli değildir. Bediüzzaman, bunu çok veciz bir şekilde ifade etmiştir:
“Ey nefis! Ubudiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sâbıkadır. (Allah’a kulluk, sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı değil, geçmişte verilmiş nimetin sonucudur) Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle muvazzafız.” (Sözler, 24. Söz, 5. Dal)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum