“Nefessiz dünyada bir harf dirilmez…”
Niyazi-i Mısrî
Aslında yaşadığımız her şeyin bir müziği var mutlaka,
bu herkes için her hayat için böyle…
Bizim işitme kabiliyetimiz olmuyor sadece çoğu zaman…
… Çünkü asıl ses kulakla değil, kalple duyulur…”
(Sedat Anar; Kainatın Ritmi)
Bir okuma tekniği olarak; konu bağlamında okumalar, o konuya dair farklı bilgilere ulaşabilme imkânı sunmakla birlikte konunun etraflıca anlaşılabilmesini de sağlayacaktır. Bu bağlamda son zamanlarda müziğe- musikiye dair okumalarımın bana çok farklı pencereler açtığını ifade edebilirim. İnsanın dünyada güzelliğe olan düşkünlüğünün sebebi “öte” arayışıdır. İnsan, özünü özlemektedir. Her ne varsa özü hatırlatan, özündeki g/öz/elliğe ulaştıran onun üstüne düşmektedir. Güzel olana duyulan iştiyak esasen insanın irtifa kaybıyla gelmiş olduğu cennetti arayışıdır. Bu yüzden insan dünyada güzele meraklıdır, güzele düşkündür. Dahası güzel ile irtibatını kesmemelidir insan. Güzeli görmeli, güzeli duymalı, güzeli hissetmeli… İnsan kalabilmek için, ruhunu koruyabilmek, kirlenmemek için güzel olmalı insan. Zira güzel ile irtibat sayesinde ancak insan kendini dünya zindanından koruyabilecektir. Bu anlamda güzel olan ile irtibat insana dünya zindanından kurtuluş için pencereler açacaktır.
Yaşamış olduğumuz dünyada, dünyanın buhranlarından kurtulabilmek için, bizi ötelediğimiz güzelliklere yaklaştıracak, kapattığımız güzellikleri bize açacak, bizi güzelliklerle buluşturacak hâsılı güzelliği fark ettirecek bir pencere olarak müzik ya da musiki bizi kendimize getirecek en önemli unsurlardandır. Musiki esasen insanın burada, bu arada, öte’ye olan özlemini, hasretini giderebilmek için bir arayışı olarak karşımıza çıkar. Yazımıza bu uzun girişi yapmamızın sebebi; müziğe, musikiye ya da güzeli duymaya, güzel duymaya dair okumalarımızdan yapacağımız alıntıları paylaşmaktır. İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan; meraklısı için kitapları okumaya davet etmiş olalım ve musikiye dair okuduklarımızdan altını çizdiğimiz cümleler ile baş başa bırakalım…
"Her şeyin en güzelinin bulunduğu bir âlemden ölümle yokluğun sergilendiği yeryüzüne düşen insanın her yerde, her zaman güzeli araması gibi ben de seslerin, harflerin ve nefesin tınısının güzelliğiyle sırrını anlamaya çalışıyordum. Bu merakım yüzünden müzisyen oldum..." (Sedat Anar; Kâinatın Ritmi)
“Kalbimiz tik tak vuruşlarıyla ritim tutuyor; gözlerimiz, düşüncemiz, duygularımız her an sonsuz sayıda nağme söylüyorlar. Ruhların ilk yaratıldığında Yaradan'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusuna muhatap olduğumuzda hissettiğimiz o yüce sesin içimizdeki yankılarını her an duymaktayız. Müzik işte bizi o sonsuz geçmişe, o "elest" meclisine götürmekte bu yüzden çok güçlü ve etkileyici.” (Savaş Ş. Barkçin; 40 Makam 40 Anlam)
"Türkü sadece manevi yolculuğumuzu ve seyrimizi değil, sosyal yolculuğumuzu ve hikâyemizi de anlatır. Biz türkülerle anlatırız derdimizi, sevdamızı, sevincimizi. Leyla tektir ama tecellisi çoktur. Kimi zaman yavrumuz olur, kimi zaman anamız, kimi zaman ise yurdumuz. Kıtlıklarımızı anlatırız türkülerimizde, varlıklarımızı anlatırız. Yalnızlığımızı anlattığımız gibi vuslatımızı da anlatırız... Türkü bizim bir anlamda doğal tecellimiz olur. Zaten türkü yapılmaz, bestelenmez, oluşturulmaz. Türkü yakılır. Yanmadan da türkü yakılmaz... Türkü dilde ise gönüldedir. Gönülde ise dildedir. Öyleyse kalp ile bağını koparmayan dil, türküyü yakmaya devam edecektir. Çünkü ancak gönülde yanan dile gelir." (Dursun Çiçek; Türkünün Ötesi, Neşet Ertaş)
Türkü onu yakan muzdaribin bağrından kopar. O anda kopar, söyler, geçer. Çünkü türküye medâr olan mesele neyse önce söyleyeni yakar, yananda döner türkü yakar. (M. Ragıp Karcı; Türkü Dinleme Temrinleri)
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum