İsrail, yine Amerika'nın katkılarıyla, son günlerde sahur vaktinde yüzlerce savaş uçaklarıyla, farklı noktalarda uykuda olan Müslümanlara bütün vahşetiyle saldırılar düzenledi, 400 küsur insanı bir gecede öldürdü. Bir buçuk yıldır, çoğunluğu savunmasız bebek, çocuk, kadın ve yaşlı insanlardan oluşan şehit edilmiş Müslümanların sayısı 50 bini aştı. Amerika, Avrupa ve diğer bütün zalim kâfirler, açıkça göstere göstere İsrail'e her türlü desteği veriyor. Denizaltılar, uçak gemileri, en son teknoloji ile üretilen silahlar, bombalar ve her türlü mühimmat, aralıksız olarak İsrail'in hizmetine sevk ediyor, devletler siyasiler, iş adamları İsrail'e para yağdırıyor. Buna karşılık Gazze tarafında ise, vahametin en acıklı, tahammül sınırlarını çoktan aşmış en çaresiz hali yaşanmaktadır. Bir avuç Gazzeli Müslüman, insanlıktan nasibi olmayan, şeytandan daha insafsız İsrail'in pençelerine terk edilmiş durumdadır. İnsani ve hayati zorunlu ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz olmuşlardır.
Gazze, İsrail ablukası altında ölümün kol gezdiği bir zindana dönüştürülmüştür. Onlarca İslam ülkesinden hiçbir yardım gelmiyor, bırakın yardımı gerçekçi bir tepki bile gösterilmiyor. Örneğin kardeşlerinin dertleriyle dertlenen, onlar için yüreği yanan bir kısım müslümanların boykot çağrılarına ümmetin geneli kulaklarını tıkamış, herkesin zorlanmadan yapabileceği boykotu bile ciddiye almıyor. Gıda, giyim, ilaç gibi zorunlu ihtiyaç maddelerini boykot etmek şöyle dursun bu ümmetin genelinin, sadece keyif ve eğlencelik ürünleri dahi boykot etmeye katılmadıklarını üzülerek görüyoruz. İsrail mallarına ciddi boykot bile yapılmıyor. Maalesef Sünni ümmet, sünni olan ve İsrail canavarı tarafından akıl almaz zulümlere maruz bırakılan Gazzeli Sünni kardeşlerine duyarsız ve sessiz kalmıştır. Bu koca ümmet, İsrail ve Amerika’nın uyguladığı katliamlara kör, dilsiz ve sağır kesilmiş durumdadır. Bu mudur ehl-i sünnet olmak? Kardeşlerinin derdiyle dertlenmeyen bir Sünnilik olabilir mi? Hatta adları sünni olan ümmetin önemli bir kesimi, İsrail ve Amerika’nın dostluğunu kazanmak için, onun ötesinde köleliğini yapmaktadır. Hani, kitabımız Yahudi ve Hristiyanlarla dostluğu yasaklamıştı? Duyarlı, gerçek Sünnileri tenzih ederim, sözümüz onlara değildir ama Sünni diye bilinen ümmetin genel çoğunluğu isimleri dışında gerçekte sünnetle hiçbir alakalarının bulunmadığı tamamen ortaya çıkmıştır.
Üzülerek ifade edeyim ki hem halk olarak hem devletler olarak gereken duyarlılığı gösteremedik, zalimlere göz yumduk, sessiz kaldık. Bir nevi zulme rıza gösterdik. Oysa zulme rıza zulümdür diye sünnetten biliyoruz. Sadece bu değil, sünnete aykırı her işlemin içine girdik, sünnet dışındaki yollara koyulduk. Adı “Sünni”, bu adla da övünen ama sünnetle alakası olmayan bir ümmet olduk. Sünnetin kurallarına uyabildik mi ki Sünnilikle övünelim?
Faiz, içki, kumar gibi kebair günahların kapıları memleketimizde alabildiğine açıktır, faiz kurumları memleketin her tarafında en yoğun bir şekilde boy gösteriyor. Demek ki faizden gerçekten sakınanlar azınlıktadır. Evlerin, mülklerin, arabaların alım satımında, ticari ve hatta zaruri birçok ihtiyaçların karşılanmasında bankalardan faiz kredisi kullanmada tereddüt edilmiyor. Sünnetin haram kıldığı her yola tereddütsüz girdik yine de ehl-i sünnetiz.
Sünnet, "Müslüman kardeşinin derdi ile dertlenmeyen bizden değildir." buyuruyor, biz ise, Gazze başta olmak üzere zalimlerin zulmü altında imdat isteyen Müslüman kardeşlerimize sırtımızı döndük, hiçbir şey yokmuş gibi davrandık, keyfimizden, abartılı düğünlerimizden eğlencelerimizden vazgeçmedik.
Sünnet, "Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” buyuruyordu. Ama biz, İsrail vahşetiyle Gazzeli çocukların, yıllardır Avrupa’nın sömürüsü altındaki Afrikalı çocukların ve dünyanın muhtelif noktalarında bulunan kardeşlerimizin açlıktan, susuzluktan ve ilaçsızlıktan ölmelerine seyirci kaldık. Biz nasıl ehl-i sünnet oluyoruz?
Allah’tan başkasından korkmayan aziz ümmet, maalesef Allah’tan başka herkesten korkan zelil bir ümmet durumuna düşmüştür. Bakınız, bu günkü halimizi Peygamberimiz (ASV) nübüvvet gözüyle görmüş ve bize asırlar öncesinden haber vermiştir. Ebu Davud’un kaydettiği hadiste Sevban (ra)’ın rivayetine göre, Peygamberimiz (ASV) şöyle buyurmuştur:
"Aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi, halkların size saldırmak için sizin üzerinize üşüşecekleri zaman yaklaştı.” Bir sahabe, “Ya Resulallah, o gün sayımızın azlığından mı bu olacak?” dedi. Peygamber (SAV), “Hayır, bilakis siz o gün çok olacaksınız ama sizin çokluğunuz selin sürüklediği çer-çöp gibi olacaksınız, Allah ürküntü veren heybetinizi düşmanlarınızın kalbinden söküp çıkaracak, sizin kalbinize de vehn atacak.” buyurdu. Bir sahabe, “Vehn nedir ya Resulallah?“ deyince, Peygamber (ASV) şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm nefreti. (Ahireti akla getirmemek, ahiret konusundan nefret etmek.)” (Ebu Davud, Melâhim 5, Hadis no: 4297.) Ebu Davud bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.
Artık kesin olarak anlaşılmıştır ki, ümmetten, devletlerden beklenti içinde olmak, beyhude bir uğraştır. Herkes kendi gücü nispetinde elinden gelen gayreti göstermeli, kişisel olarak üzerine düşeni yapmalıdır. Her birimiz, kendimizi kişisel değerlendirmeye ve öz eleştiriye tabi tutmalıyız. Belki sünnet yeniden bizi kabul eder.
0 Yorum