Nasıl ki İsrail, 7 Ekim harekatını bahane ederek büyük bir soykırım/Gazze çocuk soykırımını gerçekleştirdi; Suriye’ deki teröristler de, yani secdeli Siyonistler de bir çatışmayı bahane ederek Suriye soykırımını gerçekleştirdi. Fetvalarla, ezanlarla, minarelerden cihad çağrılarıyla yaşlı, çocuk, kadın demeden katledilerek ve videoları çekilip servis edilerek gerçekleştirilen bu soykırım, İsrail, vatanını, namusunu payimal ederken, aşağılıkça ona itaati sürdüren ama söz konusu zayıflar olunca cesurlaşan aşağılık bir tıynet, aşağılık bir İslam’a tabi olanlarca gerçekleştirildi. Bu İslam, asla ve asla Allah’ın İslam’ı olamaz. Bu İslam, Filistin’de ki İslam’a hiç benzemiyor. Bu İslam Siyonist İslam’dır ve bu soykırımcı İslam’a tabi olanlar secdeli Siyonistlerdir. Tüm bu yaşananlara rağmen hala da bunlara kanacak derecede ağır bir ahmaklık yaşayanlar müstesna, en küçük bir akıl taşıyanların bunların ne olduğu ve hangi projeler gereği kan döktüklerini gayet iyi bildiklerine şüphe yoktur.
Gazeteci Fehim Taştekin, 9 Mart 2025 tarihli “Vahşet Sahili” başlıklı yazısında şu ifadelere yer veriyor:
"HTŞ güçleri 4 Mart’ta Lazkiye'nin Datur mahallesinde gürültülü bir operasyon yürüttü. Yani terör estirdi. “Domuz Aleviler; sizi öldürmeye geliyoruz, başlarınızı ezeceğiz” diyerek şehre girdiler. Rastgele ateş açtılar. Bir anne bebeği ile birlikte öldü. Ertesi gün yine geldiler; fırında ekmek kuyruğunda bekleyen 15 yaşında bir genç ve yaşlı bir adamın canını aldılar. Makineli tüfeklerle evlere ve arabalara rastgele ateş açarak yürüttükleri bu operasyonlara kendi ifadeleriyle
“Devrik rejimin artıklarını avlama” diyorlar. O iki günde gözaltına alınanların hiçbiri silahlı değildi.
Ardından 6 Mart’ta Ceble’de Esad dönemindeki çatışmalarda yıldızı parlayan Albay Süheyl Hasan’ın köyü Beyt Ana’ya baskın düzenlendi. Köye gelen HTŞ güçleri 20 yaşında bir genci sorgulamak için karakola götürmek istedi. Akrabaları genci karakola kendilerinin getireceğini, sorgulandıktan sonra geri alacaklarını söyledi. Anlaşmazlık çatışmaya döndü. HTŞ’den takviye güç istendi. Gelen konvoy yakındaki Daliye köyü tarafında pusuya düşürüldü ve 13 görevli öldürüldü.
İki köy helikopter ve toplarla bombalandı. Bazı yerlerde HTŞ kontrolü kaybetti. HTŞ’nin Savunma Bakanlığı sahile askeri güçler sevk etti. Çatışma sahil şeridindeki Lazkiye, Ceble, Tartus ve Banyas’ın yanı sıra iç kesimdeki Hama ve Humus’ta Alevi sivillere yönelik katliama dönüştü.
Suriye ve Diasporadaki Yüksek Alevi İslam Konseyi rejim kalıntıları bahanesiyle halkın terörize edildiğini, evlerin bombalandığını, masumların katledildiğini ve bunlardan HTŞ yönetiminin sorumlu olduğunu belirtip halkı meydanlara çağırdı. Ayrıca sahil bölgesine BM koruması talep etti.
Buna karşın HTŞ de Hama, Humus, Halep ve Deyr el Zor’da kendi taraftarlarını sokaklara döktü.
İdlib’te camilerde hoparlörlerden cihat çağrısı yapıldı.
İhvan’ın uzantısı Dünya Müslüman Alimler Birliği, Colani’den isyana bilgelikle ama sert bir şekilde tepki verilmesini istedi.
Diğer kentlerden HTŞ ve müttefik güçler böylece
Alevi avına çıktı."
*
Bu soykırım, zalime karşı halkın mücadelesi adı altında pazarlanarak başlayan sürecin devamından başka bir şey değil. Bu süreç zaten yıllara yayılan bir soykırımın daha yoğun bir perdesi. Sünnileri öldürüyorlar propagandası ve Suriye’yi kurtarma maskesiyle yürütülen işgal sürecinde halkın tüm çektikleri, tehcir ve katliamların suçunun, bu planı fark eden ve bu plana karşı duranların üzerine atılarak yürütülen projenin Suriye’ye kazandırdığı ve kazandıracağı ne oldu diye sorduğumuzda; daha şimdiden her şeyin nasıl da netleştiğini kendi elleriyle ve çekinmeden sergiledikleri eylemlerden anlıyor ve izliyoruz.
Esed’i aratan zalimler, ülkenin İsrail tarafından işgali, tüm ordusunun imhasına karşı uğursuz ve onursuz bir tutum sergilerken; Suriye’yi yıkım süreci boyunca gerçekleştirdikleri soykırıma Alevi soykırımını da eklediler. Filistin direnişinin elinin zayıflatılması, Suriye’nin İsrail’in istediği şekilde parçalanmasına ya da parçalı bir şekilde dizayn edilmesinin sağlanması, kolaylaştırılmasını da sağladı bu soykırım…
Türkiye dahil, hangi bölge ülkesi bu sonuçtan bir hayır, bir beka elde etti?
İsrail’den başka kazananı oldu mu bu on yıllar süren vahşetin?
*
Bu soykırım Gazze’yi unutturdu. Son anlaşma da (Abdi-Colani Anlaşması) bu soykırımı. Son anlaşma Türkiye’ nin lehine mi oldu? Ya da Kürtlerin lehine mi oldu? Bölgenin lehine ve İsrail’in aleyhine olmayan hiçbir gelişme bölge halklarına hürriyet ve kurtuluş getirebilir mi?
Bu anlaşmaya dikkatli bakmalıyız. Zira bu anlaşma sadece bölünmeyi değil Davut Koridoru denen stratejik ve bölge halklarını köleleştirecek dizaynı da içeriyor, daha doğrusu mümkün kılıyor. Bu konuda Alptekin Dursunoğlu’ nun, Mazlum Abdi-Colani anlaşması ve ‘Davud Koridoru’ adlı 12/03/25 tarihli yazısı oldukça değerlidir. Bu yazıdan bazı kesitler şöyle:
“İsrail rejimi, Suriye’de zayıf bir merkezi hükümete sahip, yarı bağımsız devletlerden oluşan bir federasyon istiyor.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin gündeme geldiği 2005’ten bu yana 6 ülke ya parçalandı veya kendi kendini yönetemez hale geldi ve çökmüş devlete dönüştü.
Irak, Yemen, Libya, Sudan ya resmi olarak veya fiili olarak bölündü, Lübnan yönetilemez hale getirildi, Suriye ise bölünmenin eşiğinde.
‘Aksa Tufanı’ tecrübesi ortadayken Şam’a kim hakim olursa olsun Suriye’nin parçalanması ve iç savaşa sürüklenmesi halinde İsrail için bir güvenlik tehdidi oluşturacağı açık.
Bu yüzden İsrail, en azından kısa vadede Suriye’nin bölünmesini değil, merkezi hükümeti zayıf, gevşek bir federasyona dönüşmesini istiyor.
Aynı şekilde iç savaş değil, merkezi hükümet ile diğer yarı bağımsız bölgeler arasında gerilim olmasını tercih ediyor.
Böylesi bir gerilimin yarı bağımsız bölgeleri, merkezi hükümete karşı İsrail’e bağımlı hale getireceğini düşünüyor.
Irak Kürdistan Bölgesi’nin Irak merkezi hükümetine karşı İsrail’le kurduğu ilişki, bu modelin 20 yıllık pratiği.
Suriye’de merkezi hükümeti zayıf gevşek federasyon, İsrail’in, Amerika’nın ve Rusya’nın Suriye’deki kalmaya devam etmesini kolaylaştıracağı için de Moskova’nın çıkarına.
İsrail’in güvenlik kaygıları giderildiğinde Suriye’nin bölünmesine yol açabileceği için ise Türkiye’nin, Ürdün’ün, Irak’ın ve Lübnan’ın zararına gözüküyor.
Davut Koridoru ve tuvalet fırçası
Suriye’de merkezi hükümeti zayıf gevşek federasyon senaryosu İsrail’in nüfuz kurmaya çalıştığı Dera, Kuneytra ve Suveyda ile Amerika’nın nüfuzu altındaki SDG bölgesini merkezi hükümete karşı birleştirdiğinde İsrail’e ‘Davut Koridoru’nu armağan ediyor.
Davud Koridoru, İsrail’i kara yoluyla Suriye üzerinden Ürdün ve Irak’a bağlayan toprak parçasına deniyor.
Bu senaryonun gerçekleşmesi için iki şey gerekiyor: ABD ve İsrail nüfuzu altında bölgeler ve zayıf kalmaya mahkum bir merkezi hükümet.
Suriye merkezi hükümeti HTŞ’den dolayı zayıf kalmaya mahkum; zira Colani geçmişini reddetse de terör sabıkasını beraberinde taşıyor.
ABD ve İsrail ise HTŞ’yi bir tuvalet fırçası gibi görüyor: Pis ama gerekli.”
*
Aleviler silahlarını HTŞ’ye teslim etmişlerdi. Bu durumda Dürziler veya silahlarını teslim etmemiş güçler, silah bıraktıkları takdirde alevilerin başına gelenin onların da başına da gelebileceği endişesi taşımaya başladı. Böyle olmayacağının bir gararantisi var mı?
Söylenecek çok şey var ve çıkarmamız gereken çok önemli sonuçlar var.
Bu soykırımla, Suriye’ye, birçok ülkeden getirtilen teröristlerle yıllardır yapılan katliamların amacının zalimi yıkmak olmadığı çok net bir şekilde anlaşılmıştır.
Secdeli Siyonistler bu soykırımla, Amerika ve İsrail’i düşman bilmeyen ve İslam olduğunu iddia edenlerin münafıkça ve haince işlerle, terör ve soykırımla gerçek yüzlerini en ahmak olana, en kör olana bile ifşa etmiş oldu.
Bölgemizde ve bölgemiz ülkelerinin yöneticilerini de dahil edip, düzeltici, ıslah edici, teröre karşı, demokrasi getirici, zalim gitsin diye vs söylemlerle gerçekleştirilen tüm yıkıcı, işgal edici, soykırımcı ve terörist faaliyetlerin gerçek hedefi İsrail’in yaşaması, bölgede tek güç olması, bölgeye hakim olmasıdır. Bu da bölge ülkelerinin ve halklarının daha da zayıflatılması, daha da parçalanması, ekonomik ve diğer şiddet türleri ile tutsak edilmelerinin devamına katkı sunmakla gerçekleşebilir. Bu soykırım ve genel anlamda Suriye’ de 2013’ten beri yürürlüğe konulan plan da işte bu hedefe hizmet etmektedir.
Bunun adına İsrail’ in güvenliği diyorlar. İsrail’in güvenliği denen kavram basit ve lokal bir olgu değil; bölgesel hatta küresel dizayna tabi temel bir husustur.
İsrail’in güvenliği tabiri en basit ifade ile kolektif batı’nın bölgedeki varlığıdır.
İsrail, bölgemizdeki batıdır.
Bölgemizde kaç ülke parçalanacaksa, kaç milyon insan öldürülecekse, kaç ülke işgal edilecekse, kaç milyon insan göç ettirilecekse, kaç soykırım yapılacaksa, kaç çeşit İslam adı altında yapı, din, mezhep, tarikat, terörist yapı oluşturulacaksa, kaç ülkeden terörist kaç ülkeye getirilecekse, kaç soykırım gerçekleştirilecekse, kaç ülkede mezhepçilik tetiklenecekse, kaç politikacı, akademisyen, gazeteci satın alınacaksa, kimler hükümet; kimler muhalefet olacaksa, kimler kimle çatışacaksa ve kimler kimlerle barıştırılacaksa vs tüm bunlar, İsrail’in güvenliği için yapılmaktadır.
Suriye Soykırımı, kendilerini İslam’a isnad eden secdeli Siyonistlerce gerçekleştirildi.
Bu soykırım için fetva verildi. Tıpkı Suriye’de ilk işgal için fetva verildiği gibi.
Kadın, çocuk, yaşlı, genç ayırt edilmeden siviller öldürüldü, işkence ve aşağılanmalar yaşandı, evleri yakıldı, mallarına el konuldu…
İsrail, işgali genişlettiği halde bir taş bile atmayan “kahraman mücahitler” bu soykırımı, minarelerden cihad çağrısı yaparak, halkı da güya yanlarına alarak, hep birlikte seferber olarak yaptılar. Böyle bir İslam, böyle bir cihad olamaz. Üstelik İslam ve Müslümanların gerçek düşmanları ülkede işgalci durumda iken.
*
Müslümanların/kendilerine Müslüman diyenlerin önemli bir kesimi bu soykırımı destekledi, olmaz, İslam’a uygun değil, soykırımdır diyenler susturuldu.
Onlar da yapmıştı gibi basit bir yalanı -ki doğru bile olsa cevaz olamaz- dayanak yaptılar.
Küresel güçlerin küresel anaakım medyalar eliyle kendi halklarına ve dünyaya tanıttıkları bu İslam ile oluşan olumsuz, İslamofobik algıların, Filistinli, Lübnanlı, Yemenli, Iraklı vd Müslümanların sahada ki İslami ve insani tutumlarıyla parçalandığı ve batı gençlerinin İslam’a sempati duymaya başladığı bir süreçte gelen bu soykırım, İslam’a ve Müslümanlara, oluşan olumlu imaja bu açıdan da zarar vermiştir.
Bu tarz bir İslam’ın halklara dayatılarak gerçek/devrimci/anti emperyalist/anti işgal/adil/hoşgörülü/direnen/Allah’tan başka bütün zorbalara/otoritelere/ilahlara ‘LA’ diyen bir İslami anlayışı ötekileştirerek oluşturulmuş bu cephe, direnen Filistin ve diğer bölgelerdeki Müslümanların işini zorlaştırmış; İsrail ve bölgemizde ki küresel dizayn edici sömürgeci ve zorbaların boynumuza taktıkları esaret ve zillet zincirlerini daha da pekiştirmiştir. Ancak tüm bu uğursuz ve acımasız çabalar, İslam ümmetinin işini zorlaştırsa da ve bir ihanete tekabül etse de İslam ve Müslümanlar, Büyük Şeytan ABD’yi, onun üssü İsrail’i ve diğer işbirlikçi mekanizmalarını eninde sonunda İslam coğrafyasından çıkaracaklardır. Zira bölge halklarının bu küresel işgalden kurtulmalarının başka yolu kalmamıştır.
*
Secdeli siyonizmin artık alenen göründüğü gibi, itirazsız şekilde var olduğunun, orijinal siyonizmden daha iğrenç ve vahşi olduğunun, Suriye Soykırımı ile bunu açıkça kanıtladıklarının tescillenmiş olması, bu soykırımın en önemli getirisidir.
Tüm bu gerçekler ortadayken, hala bu tip Siyonist destekli bir İslami anlayışı desteklemenin amellerin boşa gitmesi tehlikesi de içeren ciddi akidevi bir sorun olduğu gerçeğini, bu önemli hususu, bir daha etraflıca düşünmeleri umudu ile Müslümanım diyenlere hatırlatmak zorunluluktur.
Artık uyanalım ve yüzümüzü Allah’ın İslam’ına çevirelim.
Ve artık bilelim ki;
Siyonizm soykırımcıdır. Ama
Secdeli siyonizm de soykırımcıdır.
NE DEDİLER?
“Bu suçlar, şeytani bir kültürün ve aşırıcı düşüncenin sonucudur. Arap ve İslam dünyasının bu suçlara ve siyonistlerin Suriye halkına yönelik tekrar eden saldırılarına sessiz kalmasını kınıyoruz.”
Yemen Alimler Topluluğu
“Sivilleri hedef alan toplu katliamlar, vahşi işkenceler, zorla göç ettirme, ev ve mülkleri yok etme gibi suçlar, tüm insani, ahlaki ve dini değerlerin açık bir ihlalidir. Bu, radikal tekfirci grupların suç eğilimleri açısından siyonistlerle benzerliğini gözler önüne sermektedir.”
Yemen hükümeti
“Devletin, sivilleri korumak ve bu rastgele açılan ateşlerin, infazların ve diğer ağır suçların sorumlularını net ve hızlı bir şekilde yargılamak için acil adımlar atması gerekiyor.”
HRW Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktör Yardımcısı Adam Coogle
*
Soykırımcıların planı, itiraf ettikleri gibi ve yıka geldikleri ülkelerden, yaptıkları soykırımlardan ve hiçbir kurala uymamalarından da açıkça anlaşılmıştır.
Planları bellidir ve uygulanmaktadır. Plan, bölgeyi yönetilemez hale getirmek, parçalamak, zayıf bir merkezin baskısında kalan daha zayıfların, İsrail'e doğru itilmesini içeriyor. Böyle bir sürecin sonunda bu parçalanmalardan beka bekleyenler daha da zayıflayacaktır. Geçici güçlendirmeler, makro parçalanmanın devam edebilmesi gereğidir. Nihayetinde kimin ne kadar güçlü kalacağı, İsrail'in güvenliği denen fecaate göre ayarlanacaktır. Büyük güçlerle bir yere kadar bazı işler yapılabilse de Rusya'nın Suriye'yi harcaması örneği bu güçlere de güvenilmemesi gereğini kanıtlıyor. Geriye tek yol kalıyor: Bölge ülkelerinin bu plana/bölgenin atomize edilmesi/parçalanması planına karşı tek vücut olarak hareket etmesi. Sadece bu konuda tek/ortak politika izlenmesi bile bölgenin kaderini değiştirebilir. Bu da halklarını satmamış hükümetleri gerekli kılıyor. Halkların işi çok zor. Bölge halkları, çok geç olmadan bu konuda bilinçlenmek, onların hayrına çalıştıklarını söyleyen politikacıların aslında hangi yabancı planlar gereği hareket ettiklerini görmek, direnen halkların modelleri üzerinde kafa yormak zorundadırlar. Tüm bu süreçler bilinç, haysiyet ve cesaret gerektirir.
0 Yorum