Biraz Şehr-i Urfa'nın güzide tarihçisi Selahattin Eyyubi Güler'in "Yabancı Gezginler Gözüyle Urfa Bölgesi" kitabı. Genişletilmiş hali güzel. Çoğu papaz olan bu gezginler olmasaydı bugün Urfa hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyor olacaktık. Gazeteler arasında gezinti. Malum mutat bazı köşe yazarları. Facebook'ta Ahmet Altan'ın birkaç eski yazısı. Bugün yazmış gibi güncel ve taze. Denemeleri en az romanları kadar güzel. Hatta bir bakıma denemeleri romanlarından daha güzel. Hem edebi açıdan hem de entelektüel cesaret açısından ülkede eşi benzeri yok denemelerinin.
Siyasi atmosfer iç karartıcı. Hiçbir analiz durumu açıklamak için yeterli değil. Dünya büyük bir savaşın eşiğinde. Bizim ezelî yazgımız her şeye maruz kalmak. Dünyaya kültürel pencereden bakmak lazım. Çünkü siyasi pencereden bakınca dünya bir cehennemden farksız. Rutine devam. Bekir Develi'nin dediği gibi Allah rutinimizi bozmasın! Ev, iş, aş. Bir memurun hayatı bundan ibaret. Ara sıra birkaç sosyal faaliyet, birkaç etkinlik. Milyonlarca insan aynı girdabın içinde. Hepimizi zaman kuşatmış, mekan kelepçelemiş.
Çarşamba gazetede yazı günüm. Ne yazayım? Her hafta aynı işkence, aynı dert. Okuduklarından kesin emin olduğum birkaç kıymetli insanın hatırı olmazsa bırakırdım. Onların hatırı için devam ediyor bu işkence, bu dert. Gerisi çölde vaaz etmek gibi bir şey. Keşke bir mesleğim olsaydı! Aşk derecesinde icra edebileceğim bir mesleğim. Memurluk meslek değil. Bazıları meslek gibi yapıyor. Ne mutlu onlara! Hem istediğin ve sevdiğin bir işi yapıyorsun, hem para kazanıyorsun, hem statü sahibi oluyorsun, mutlu oluyorsun. Yazarlık bir meslek mi? Sanmıyorum.
Mina Urgan şöyle diyor: "Üniversitesi sınavına yeniden girin. Bir yıl kaybedin, iki yıl kaybedin; ziyanı yok. Yeter ki , sevdiğiniz ve yetenekli olduğunuz mesleği seçin. Ömrünüz boyunca sevmediğiniz bir işte çalışmanın sizi ne kadar mutsuz edeceğini, hayatınızı nasıl zehir edeceğini sakın unutmayın. Fransız Dili ve Edebiyatı'nı okudum, doğru seçim yapmıştım ve mesleğim ömrüm boyunca mutlu etti beni. Öyle mutlu etti ki bu mutluluk yetmiyormuş gibi bana üstelik para verilmesine şaşardım. Salt zevk için yaptığım bir iş ekmek parasını da sağlıyordu bana. Böyle bir mutluluğun yeryüzünde kaç kişiye nasip olduğunu bilemem." Gerçekten de çok az kişiye nasip olan bir şey. İlahiyatçılar da öyle değil mi? Hem ilahiyatçılık yapıyorlar, hem para kazanıyorlar, hem makam mevki sahibi oluyorlar.
Şimdi bu satırları okuyan biri çıkıp şöyle diyecek: "Gazze'de binlerce insan yiyecek bir parça ekmek bulamıyor, üzerlerine bomba yağıyor, sen utanmadan sıkılmadan mesleği sevmekten bahsediyorsun." Pek haksız sayılmaz. İnsan çok nankör bir varlık. Bir parça ekmek bulduğumuza, üzerimize bombalar yağmadığına şükredelim. Meslek, yazı, kitap, okumak, sanat, edebiyat, felsefe bunlar boş işler. Önemli olan ekmek kavgası, bir parça ekmek. Çok şükür yiyecek bir parça ekmeğimiz var. Allah razı olsun Devlet Ana'dan.
Allah'ın en affetmediği günahlardan biri nankörlük. Devlet Ana da aynen öyle. Her türlü suçu affeder ama nankörlüğü asla. Yiyecek bir parça ekmek bulabiliyorsak onu da Devlet Ana sayesinde bulabiliyoruz. Allah devletimize ve milletimizle zeval vermesin! Ne kadar rezil olursak olalım, ne kadar dibi bulursak bulalım şükür dışında her türlü söz ihanet sayılır. "Nankör olma, şakir ol" der, Devlet Ana. Amenna! Hangi nimetini inkar edebiliriz Devlet Ana'nın? Devlet anadır, devlet babadır, hatta devlet tanrıdır.
Bir dostumun şöyle güzel bir sözü var: "Külahını başında tutmaya bak, bir defa düşürdün mü yandın." Rabbim külahımızı başımızdan düşürmesin! Külahını başında tutmayanların akıbetini görüyoruz. Rabbim böyle bir akıbetten cümlemizi muhafaza eylesin!
0 Yorum