Gazze’ye çökme planı, yenilginin resmidir. Mutlak kötülük savaş yapmadı, savaşamadı, sahada yenildi ve ateşi kesmek zorunda kaldı. Savaşarak ve soykırım yaparak hiçbir şey kazanamadılar. O yüzden yan yolları ve değişik yöntemleri deniyorlar…
İlk döneminde Trump’un Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilen etmesi ve Golan konusundaki kararı/imzaları yeterli tepki ile karşılaşmamış ve buna alışılmıştı. Hatta Gazze soykırımı karşısında da Müslüman ümmetten bir tepki olmayınca Trump’ın neden Gazze tehciri de mümkün olmasın diye düşünmüş olması Trump gibi bir yaratık için garipsenecek bir durum olmasa gerek. Trump da bu şımarıklığa alışmıştı. Bu dönem daha göreve başlamadan işe girişecek kadar hızlı, erken ve daha akıl dışı bir küstahlıkla başladı.
Herkesin Trump ve Netanyahu’nun arasının limoni olduğunu düşündüğü bir zamanda bu ikili arasında gerçekleşen görüşme, şekli ve sonrası açıklamalarla şaşırttı. Neticede Trump baskısıyla gerçekleşmiş bir Gazze ateşkesi vardı ve gündemde Gazze’yi kim yönetecek sorusunun cevapları aranıyordu ve en önemli şıklardan birisi de Trump etrafında kuyruk sallayan ve hazır olduğunu dile getiren Mahmud Abbas yönetimiydi.
Ancak beklenmeyen bir durum ortaya çıktı ve Trump ve Netenyahu, görüşme sonrası üzerinde mutabık olduklarını açıkladıkları sürpriz bir şıkkı devreye sokacaklarına karar verdiklerini açıkladılar. O da Gazze’nin ABD tarafından işgal edilmesi ve Gazzelilerin tümünün oradan tehcir edilmesiydi. Zaten İsrail’in, savaş yoluyla başarmak istediği ve yapamadığı şeydi bu. Aslında bu rafa kalkmış gibi görünen Yüzyılın Anlaşması’nın sert bir versiyonu gibi görünüyor. ABD, ne şekilde devreye girerek yapabilecek ki?
Hamas absürd bulduğunu beyan etti. Arap birliği ve söz konusu Arap ülkeleri de bunun kabul edilemez olduğunu belirttiler. Bu konuda direnirlerse iş, savaşa kadar gidebilir. Ya da Trump, tehcir edilecek yer konusunda farklı alternatifler bulabilir. Ama elbette işin aslı gidilecek yer değil. Bu istek ve arzuların dünya tarafından daha ne kadar karşılanacağı…
*
İsrail ile Filistin'in aynı evde yaşaması ontolojik olarak mümkün değil. Bu yöndeki söylemlerin hepsi geçici, konjonktürel ve ifade edenlerin de inanmadığı politikalardır. Ne Filistin ile birlikte İsrail kendini “güvende” hissedebilir ve ne de İsrail'in Filistin’de olması Filistin ve batı Asya için tolore edilebilir bir durumdur. Bir soykırımdan sonra bu husus daha da netleşti ve kanıtlandı. Bu yüzden soykırıma rağmen her taraf kendi çizgisini, yolunu sürdürme noktasında yeniden konumlandı ve güncelleme yaptı. Bu açıdan 7 Ekim, Yüzyılın Anlaşmasını unutturdu gibi bir etki yapmasına rağmen farklı ve daha kapsamlı olarak ona dönülmesini de beraberinde getirdi. Bunun nedeni, soykırım cephesinin savaşı kazandığı zannı değil; başka bir seçeneklerinin olmaması. Yani birlikte yaşamalarının kesinlikle ve kesinlikle mümkün olmayacağının, bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğu bilincinin pekişmesidir.
BATI ŞERİA
Batı Şeria’da geç kalmak istemeyen soykırım cephesi, işe başlamış durumda. Zira Yüzyılın Anlaşması, özellikle Gazze ve Batı Şeria’nın boşaltılmasını hedefliyor ve görünen ki; yapabilirlerse bir yandan Gazze’yi tehcir ederken öte yandan Batı Şeria’da ise soykırımı derinleştirmek. Suriye’de yakalanan pozisyon sonuna kadar kullanılmak isteniyor. Zira Suriye’de iş, Esed’in gitmesi gibi bir sonucun ötesinde kazanımlar elde edildi. Tüm ordusu yok edildi. Direnişin lojistikten eğitime, silahtan finansa her türlü desteği kesildi ve en önemlisi İsrail, Suriye’ye hakim oldu.
Bu da Yüzyılın Anlaşması’nın bir bölümü olan Gazze’ye çökme planını tekrar raftan, daha radikal şekliyle indirilmesine yol açtı.
Başkan seçildikten sonra göreve başlamadan çeşit talimatlar veren, (ateşkes sağlansın talimatı da bunlardan biri) ve bu talimatları gerçekleşen Trump, her istediğini yapabileceği gibi bir havaya girdi. Kanada ve Grönland gibi başlıklarda geri adım atsa da belki emlakçılığın da verdiği eğilimle Gazze'ye bizzat ve gerekirse asker sokarak çökme hedefini açıkça deklare ediverdi.
NE OLACAK?
Saha gerçekliğine pek uygun olmasa da durum ciddi. Hem Batı Şeria için düşünülen yeni soykırım ve hem de Gazze halkına yönelik düşünülen baskı ve tehcir.
Küresel tepkilerin de daha yüksek olması gerekirdi ve ne yazık ki devletler bazında, yaşanan soykırım karşısında da bu tepki cılız kaldı. Ciddi bir direnç gerekli. Bu direnci ilk önce gösterebilecek olan elbette sürülmek istenen Filistin halkıdır.
Bu süreçle ilgili çok değişik yorumlar var. İsrail basını bunu gerçekçi bulmuyor. Genel anlamda ise alaycı bir yaklaşım söz konusu.
Bunu, şok doktrini şeklinde yorumlayanlar da var. Buna göre bu tarz uçuk algı ve baskılar yoğun bir şekilde uygulanarak, karşı cephenin zihinsel mekana şok uygulanıyor ve ayarlarını bozuyor…
Gazze halkı ve Batı Şeria halkı da bir miktar bu dirence dahil olabilir ancak bu dirençlerin yeterli olup olmayacağı veya ne derece yeterli olacağını bilemeyiz. Ancak eğer olmaz denilen olur da ABD askerleri Gazze’ye girecek olursa da kesinlikle ve kesinlikle onlar da İsrail Siyonistleri ile aynı akıbete uğrayacaklar.
Ürdün’ün göstereceği direnç de önemli. Savaşı bile göze aldıklarını söylüyorlar. Ancak bu tepki, Gazze’nin tehcir edilmesinden ziyade Ürdün’e tehcir edilmesine karşı veriliyor. Zira Ürdün demek aslında Filistin demek. Önemli bir Filistin nüfusu var bu suni kampta.
Her şeye rağmen tüm tepkilerin diplomasiyi aşıp fiili bir tepkiye dönüşmesi önemli.
Bu aşırı ve akıl dışı isteklileri Suudi normalleşmesini de sendeletebilir. Suudiler, yine aynı açıklamayı yaptılar: Filistin Devleti olmadan normalleşme olmaz…
Buna rağmen Filistinlileri bölge dışında kabul edebilecek ülkeleri ikna etme olasılığı da olabilir ve böylesi bir durumda yapılması gereken ise elbette ki insanların vatanlarına ve bu bölgeye ait olan Filistinlilerin Filistin'de kalmalarına tüm bölge olarak da bölgenin bekası gereği destek olmaktır.
Rabbim, her şeyi görmektedir.
0 Yorum