İnsanlık, her çağda kendi değerlerini sorgulamak zorunda kalmıştır. Ancak günümüzde İnsani değerlerin yerini maddi çıkarların alması, bizi Allah’ın yarattığı eşref-i mahlûkat, yani varlıkların en şereflisi olma özelliğinden hızla uzaklaştırıyor. Bolu’daki otel yangını, bu ahlaki çöküşün ne kadar derin ve trajik olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Yangında 78 canımızı yitirmiş bir vaziyette iken, bu canların acısını yürekli insanlar çok uzakta bile olsa en derinden hissederken, otelin yanı başındaki kayak pistlerinde insanların hiçbir şey olmamış gibi eğlenmeye devam etmesi, yangına müdahale eden görevlilere bile konaklama için yüklü miktarda para talep edilmesi, yangından hemen sonra da yangın söndürücü malzeme ve techizatların fiyatlarındaki fahiş artışlar insanoğlunun "insanlık" denilen ulvi görev ve sorumluluğundan ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Bu tür davranışlar, yalnızca vicdanlarımızın değil, insanlığımızın da ateşe teslim olduğunu ve Rabbimizin bizden beklediği merhamet ve adalet duygusunun yitirildiğini gözler önüne sermektedir.
Benzer bir acıyı Altı Şubat 2023 Depremi’nde de yaşamıştık. Yıkıntılar arasında hayatta kalma mücadelesi veren insanların acıları üzerinden kâr elde etmeye çalışanları gördük. Ekmeğin, suyun, bir dilim bisküvinin fahiş fiyatlarla satıldığına şahit olduk. Evlerinin kiralarını depremi fırsat bilip iki üç katına çıkaran yaratıkları tanıdık. İnsanın temel ihtiyaçlarının bile ticari bir fırsata dönüştüğü bu durumlar, ahlakın çöküşüne dair en acı örneklerden biri değil miydi?
Peki, bizi bu noktaya getiren şey neydi? Nasıl oldu da insanlığımızı kaybettik? Acının birleştirici gücü yerine, onun üzerinden kazanç sağlamayı normalleştiren bir toplum haline geldik? Belki de bu soruların cevabını, manevi değerlerden uzaklaşırken maddiyatın yüceltilmesinde aramalıyız. İnsanlar artık başkalarının acılarına kayıtsız, çünkü modern dünyanın hızla tüketen düzeni içinde duygudaşlık, bir yük gibi görülüyor. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışı, toplumsal bağları zayıflatıyor. Oysa insanlık, ancak dayanışmayla var olabilir. Acıyı paylaşmadan, yaraları birlikte sarmadan bir toplumun ayakta kalması mümkün mü?
Bu durum, yalnızca bireysel ahlakın değil, aynı zamanda sistemin de bir sorunu. Kriz anlarında fırsatçılığın önüne geçecek düzenlemelerin eksikliği, ahlak yoksunluğunu körüklüyor. İnsanlar, yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmediği sürece, bu davranışları tekrarlamaktan çekinmiyor.
Ancak umut her zaman vardır. Çünkü Allah, her zorluğun ardından bir kolaylık vaat etmiştir: "Şüphesiz, zorlukla beraber bir kolaylık vardır" (İnşirah Suresi, 6). Her karanlığın sonunda bir ışık, her enkazda bir hayat bulunur. Bugün bu acıları görüp sesini yükselten insanlar, hala fıtratın tam anlamıyla bozulmadığını, vicdanın ve ahlakın tamamen ölmediğini gösteriyor. İnsanlık, belki de en çok bu tür kriz anlarında kendini yeniden inşa etme imkanı bulabilir. Fakat bunun için önce kendimize şu soruyu sormamız gerekir: "Ben bu dünyada sadece kendi menfaatim için mi varım, yoksa Allah’ın bana yüklediği kulluk ve topluma karşı sorumluluk görevimi yerine getirebiliyor muyum?"
Eğer bu soruya vereceğimiz cevap "başkaları için de varım, Allah rızası için hizmet ederim" olursa, belki de Bolu’da yanan sadece oteller değil, aynı zamanda küllerinden doğacak bir insanlık umudu olur. Ve o gün geldiğinde, ne yangınlar ne de başka afetler bizi insanlıktan uzaklaştıramaz. Çünkü Allah, insanı "birbirine iyiliği emretmek ve sabrı tavsiye etmek" (Asr Suresi, 3) sorumluluğuyla yaratmış ve bu yolda yürüyenleri rahmetine nail edeceğini müjdelemiştir.
Afiyette kalın
0 Yorum