“Bir milletin başına gelebilecek en büyük felâketlerden biri,
o milletin önünü açabilecek “doğru” fikirlerin “yanlış” adamlara savundurtulmasıdır.
“Yanlış adam”, doğruyu, doğru olduğu için dile getirmez; yalnızca “örtük-amac”ını gerçekleştirmeye yarayacak şekilde suistimal eder.”
İhsan Fazlıoğlu
İnsanın yeryüzü macerası iyi ile kötünün, güzel ile çirkinin, doğru ile yanlışın mücadelesidir. İnsanoğlu bu mücadelede ya değerlerin peşinde bir yürüyüş gerçekleştirecek ya da değerlere karşı değersizliğin ardın sıra bir yol yürüyecektir. İnsanı olduğu gibi, toplumları, devletleri daha geniş kapsamda medeniyetleri de bu bağlamda ele alabiliriz. Medeniyetler de ya iyinin güzelin ve doğrunun yanında yer alırlar ya da kötü, çirkin ve yanlışa sürüklerler. Burada esas nokta hangi değerler üzerine varlığını ortaya koyacak. İnsan da daha geniş manada toplumlar ve medeniyetler de yaşamış oldukları hayata ve dünyaya sahip oldukları ve temsil ettikleri anlam değer dünyası ile değer katar ya da değersizlik…
Anlam değer dünyası insan ve toplum ve nihayetinde millet ve medeniyet açısından önemli bir yere sahip. Bir milletin sahici bir anlam değer dünyası yaklaşımına sahip olması önemli. Nasıl ki anlam değer dünyasına sahip olmak bir insanın anlam sağlığı açısından önemli ise milletler açısından da anlam sığlığından kurtulabilmek için mensuplarının sahip olduğu ve temsil ettikleri bir anlam değer dünyası o milletin ve medeniyetin anlam sağlığı açısından önemli.
Mensubiyet var ama o mensubiyeti gerçek manada bir temsiliyet yoksa orada büyük bir sıkıtı var demektir. Mensubiyet var ama o mensubiyete uygun bir mesuliyet yoksa sıkıntı var demektir. Ağzımızı doldura doldura dile getirdiğimiz mensubiyetimiz, bize bir mesuliyet yüklemiyorsa, mensup olmanın yüküne, mükellefiyetine, sorumluluğuna sahip olmak istemiyorsak ya da kaçıyorsak yük almaktan, ödev bilinciyle hareket etmekten esasen medeniyetimize de mensubiyetimize de dahası kendimize de yük oluyoruzdur.
Değerlerden bahsediyoruz, ahlaktan, duruştan, medeniyetten, kültürden bahsediyoruz. Millet olarak ne/ye karşılık geldiğimizden, hangi anlam değer dünyasını temsil ettiğimizden, mesuliyetimiz ve mensubiyetimizin nasıl bir kim/liğe işaret ettiğinden ve dahi bize yüklemiş olduğu mesuliyetlerden bahsediyoruz. Peki, ne oluyor, ne durumdayız bütün bu konuların üzerine eğilmek, bu konuları gündemimize almak bize bir şey kazandırıyor mu? Konuşmuş olduğumuz bu meseleler yaşamın içinde karşılaşmış olduğumuz hangi meseleleri çözmeye yetiyor. Yoksa günün sonunda bu meselelerin kendisi ile birlikte yaşadığımız hayat başlı başına bir meseleye mi dönüşüyor? Bu soru ve bu konu; kendimizi bilmemiz açısından, konumuzu bilmemiz açısından, konumumuzu bilmemiz açısından önemli; zira sual olması hasebiyle mesele ettiğimiz bu sorunun kendisi de esasen başlı başına soru/n.
Evet, medeniyet değerlerimize uygun bir tavır ve sorumluluk önemli. Medeniyetimizin ve mensubiyetimizin insana, insanlığa ve dünyaya söyleyebilecek bir sözünün olması önemli. Büyük hikâyeler, büyük idealler, büyük masallar peşinde olmak önemli ve kıymetli. Ama bunlardan da önemli olan bu büyük ideallere, büyük hikâyelere, büyük masallara, büyük öğretilere uygun bir insan ve toplum modeli ortaya koyamamaktır. Büyük idealleri, küçük insanlara yüklemektir. Ya da küçük insanlarla büyük ideallere ulaşılabileceğini, değerleriyle hareket etmeyenler ile anlam değer dünyasına sahip bir insan ve topluma ulaşılabileceğini zannetmektir.
Büyük idealler için büyük adamlar lazım; küçük adamlarla, değerlerine değil menfaatlerine odaklanan adamlarla büyük hikâyeler kuramazsınız. Kurmaya çalışırsanız kahramanı olmayı düşündüğünüz hikâyelerin figüranı olmaya mahkûm olursunuz. Ne diyoruz; basit adamlarla, küçük adamlarla, yanlış ve kötü adamlarla büyük ideallere, iyiye, güzele ve doğruya ulaşamazsınız. İnsan olarak da toplum olarak da millet ve medeniyet olarak da bu böyledir. Medeniyet yol demektir madem, yola kiminle çıktığınız ve yürüdüğünüz önemli. Yoksa yolu da yorarsınız, kendinizi de milletinizi de mensubiyetinizi de… İhsan Fazlıoğlu hocamızla başlamıştık, yine onunla bitirelim. “Adorno'nun "yanlış hayat doğru yaşanmaz." sözüne teşbihen "doğru bir duygu da yanlış bir kişiyle yaşanmaz." Yaşansa da en nihayetinde trajediyle sonuçlanır; insanın doğrudan fıtratını tahrip ettiğinden gayya kuyusu hissi verir yani kendi kendini yıkıcı sürekli bir inşâ...”
0 Yorum