Son yıllarda yemek kültürümüzde gözle görülür bir değişim yaşanıyor. Geleneksel tatlarımızın yerini giderek daha absürt ve dikkat çekici yiyecekler alıyor. Közde çikolatalı muz, şekerli dürümler, ya da dondurma dolgulu lahmacun, acaip içerikli ayran, ne olduğu asla bilinmeyen soslu çiğköfte gibi ilk bakışta ilginç görünen bu yiyecekler, aslında yalnızca estetik bir şovdan ibaret. Ancak bu eğilim, sadece yemek kültürümüzü zedelemekle kalmıyor; aynı zamanda toplum sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturuyor. Bunun yanı sıra dinimizin ve geleneklerimizin kesin bir dille reddettiğini kurbağa çorbası, salyangoz yahnisi gibi iğrenç yiyecekler de kültürün içine yamanmaya çalışılmaktadır.
Geleneksel yemeklerimiz, yüzyıllar boyunca oluşmuş birikimlerin ve damak zevklerinin en güzel yansımasıdır. İçerdikleri malzemeler, pişirme yöntemleri ve sunumları hem sağlık hem de kültür açısından derin bir anlam taşır. Ancak yeni nesil yemek trendleri, çoğunlukla “gösteriş” üzerine kurulu. Sosyal medyanın etkisiyle, insanlar lezzet arayışından çok paylaşılabilir görüntülerin peşine düşüyor. Özellikle çocuklar ve gençler, bu trendlerden en çok etkilenen kesim olarak dikkat çekiyor.Bu tür yiyecekler, genellikle bol miktarda şeker, yapay katkı maddeleri ve sağlıksız yağlar içeriyor. Çocuklar için bu maddeler, obezite, diyabet ve diğer kronik hastalıklara davetiye çıkarıyor. Üstelik bu tür gıdalar, damak tadını da bozarak bireyleri sağlıklı seçeneklerden uzaklaştırıyor. Ev yapımı çorbaların, zeytinyağlı sebze yemeklerinin ya da doğal süt ürünlerinin yerini, içinde ne olduğu bile tam olarak bilinmeyen endüstriyel tatlar alıyor.
Bir diğer önemli nokta ise bu trendlerin kültürel mirasımıza verdiği zarardır. Yemek kültürümüz, UNESCO tarafından bile dünya çapında tanınan ve saygı gören bir mirastır. Ancak bu absürt ve kimliksiz yemekler, geleneksel mutfağımızı gölgede bırakıyor. Bir zamanlar aile sofralarında paylaşılan doğal ve doyurucu yemekler, yerini paketlenmiş veya hızla tüketilen gıdalara bırakıyor. Bu durum, sadece sağlığımızı değil, aynı zamanda toplumsal bağlarımızı da olumsuz etkiliyor.
Elbette yeniliğe açık olmak ve farklı tatlar denemek önemlidir. Ancak bu yenilikler, köklü bir mutfağın değerlerini yok sayarak değil, bu değerlerle uyum içinde yapılmalıdır. Genç nesillere, yemek kültürümüzün zenginliğini ve sağlıklı beslenmenin önemini aşılamamız gerekiyor. Bunun için ailelerin, eğitimcilerin ve hatta medyanın büyük bir rolü var. Geleneksel tariflerin yeniden keşfedilmesi, yerel ürünlerin daha çok desteklenmesi ve çocukların bu kültürle tanıştırılması, geleceğimizi şekillendirecek önemli adımlardır.
Netice itibarıyle, közde çikolatalı muz gibi absürt yiyecekler sadece birer moda akımı değildir; aynı zamanda yemek kültürümüzü ve sağlığımızı tehdit eden birer semboldür. Kendi değerlerimize sahip çıkmak ve sağlıklı nesiller yetiştirmek için, bu tür trendlere karşı bilinçli bir duruş sergilemeliyiz. Yemek, sadece karın doyurmak değil; bir kültür, bir kimlik ve bir yaşam biçimidir. Bu bilinçle hareket etmek, hem bireysel hem de toplumsal sağlığımız için bir zorunluluktur.
Afiyette kalın
0 Yorum