Fıstık, mutfak kültürümüzün vazgeçilmezlerinden biri. Hem geleneksel tatlıların hem de modern yemeklerin içinde kendine yer bulan bu eşsiz lezzet, adeta Türk mutfağının imza ürünlerinden biri haline gelmiştir. Ancak son yıllarda, fıstığın fiyatları neredeyse lüks bir tüketim maddesi seviyesine çıkmış durumda. Bir zamanlar herkesin erişebileceği bu kıymetli ürün, artık birçok kişi için ulaşılması zor bir hale gelmiştir. Bunun nedenlerini anlamak için üretim koşullarından tüketim alışkanlıklarımıza kadar uzanan bir yolculuğa çıkmamız gerekiyor.
Fıstık, özellikle tatlılarda kullanılmasıyla bilinir. Baklava, kadayıf, künefe gibi tatlıların içinde fıstığın ince ince serpiştirildiği, lezzeti dengelemek için ölçülü bir şekilde kullanıldığı dönemler hiç de uzak geçmişte kalmadı. Fıstık, bu tatlılara zenginlik katarken ana malzeme değil, tamamlayıcı bir unsur olarak görülürdü. Fakat zamanla, bu anlayış yerini daha farklı bir yaklaşıma bıraktı. Artık tatlılarda fıstık, sadece bir aroma unsuru değil, adeta gösterişli bir sunum malzemesi haline geldi.
Bir tepsi tatlıya neredeyse bir kiloya yakın fıstık koymak artık olağan bir durum. Tatlıların üzerine kat kat fıstık serpmek, hatta onları tamamen fıstıkla kaplamak bir “zenginlik” ifadesi olarak algılanıyor. Bu anlayış, sadece tatlılarla sınırlı kalmıyor. Geleneksel olarak fıstıkla ilişkilendirilmeyen kebaplar ve hatta pilav gibi yemeklerde dahi fıstık kullanılmaya başlandı. Bu durum, bir yandan yemek kültürümüzde çeşitlilik sağlarken, diğer yandan bir lüks tüketim alışkanlığına da işaret ediyor. Bu aşırı tüketim anlayışının en büyük bedelini, maalesef fıstık üreticileri ve tüketiciler birlikte ödüyor. Bir yandan tarımsal üretim, bu artan talebi karşılamakta zorlanırken, diğer yandan fıstık fiyatları hızla yükseliyor. Eskiden dengeli bir şekilde kullanılan bu ürün, şimdi neredeyse gösteriş aracı haline geldi. Bolluğun cazibesi, mutfaklarımızı hem ekonomik hem de etik açıdan zorluyor.
Fıstığın fiyatını artıran tek faktör tüketim alışkanlıkları değil, iklim değişikliği, tarım politikalarındaki yetersizlikler gibi birçok etken de bu duruma katkı sağlıyor. Ancak tüketim alışkanlıklarındaki aşırılığın etkisi göz ardı edilemez. Gelişen mutfak trendleri ve sosyal medya çağının etkisiyle, görselliğin lezzetin önüne geçtiği bir dönemdeyiz. Fıstığın “daha fazlasını” koymak, yemekleri daha cazip hale getirdiği düşünülen bir algı yaratıyor. Oysa geçmişteki dengeli tüketim anlayışı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda estetik ve kültürel açıdan da daha sürdürülebilir bir model sunuyordu. Bir baklava tepsisindeki birkaç kat fıstık yerine, ölçülü bir serpiştirme hem tatlıyı daha zarif kılıyor hem de ürünün değerini daha iyi yansıtıyordu. Benzer şekilde, kebap gibi yemeklerde fıstık kullanımı tamamen sınırlıydı, çünkü yemeğin asıl lezzeti kullanılan baharatlarda ve etin kalitesinde aranıyordu. Bugün, bu geçmiş anlayıştan öğrenilecek çok şey var. Antep fıstığını gerektiği kadar kullanmak, hem ekonomik açıdan daha erişilebilir bir fiyat dengesi sağlayabilir hem de bu kıymetli ürüne hak ettiği saygıyı gösterebilir. Çünkü mesele sadece fıstığın bolluğu değil, bu bolluğun gerekliliği üzerine düşünmektir.
Fıstığın geleceği hem üreticilerin hem de tüketicilerin sorumluluk bilincine bağlı. Daha sürdürülebilir tarım uygulamaları, fıstık ağaçlarının korunması ve yenilenmesi kadar, tüketim alışkanlıklarımızda bir değişim yapmamız da gerekiyor. Çünkü fiyat artışlarının önüne geçmek, sadece üretim koşullarını iyileştirmekle mümkün değil. Tüketiciler olarak, ölçülülüğe ve dengeye dayalı bir alışkanlık geliştirmemiz, bu lezzetli ürünün herkes tarafından ulaşılabilir olmasını sağlayabilir.
Hülasa; Fıstık, yalnızca bir lezzet unsuru değil, aynı zamanda kültürel bir miras ve ekonomik bir değerdir. Bu mirası korumak ve değerini anlamak için hem bireysel hem de toplumsal düzeyde daha bilinçli adımlar atmamız gerekiyor. Fıstığın zenginliği, aşırılıkta değil, ölçülü ve dengeli bir tüketimde saklıdır.
Afiyette kalın.
0 Yorum