Suriye cephesinin, Suriye ve bölgenin yeni dizaynı, özellikle Rusya-ABD, genel anlamda ise NATO/Atlantik-Avrasya arasında, Batı Asya cephesinin bir parçası olan Akdeniz’deki jeopolitik mücadele ile de ilgili/ilişkili olduğu akıldan çıkarılmamalı.
“Bu sonuç, sadece Şam’ın müttefikleri için değil, saldırıyı başlatan gruplar için de sürpriz oldu” diyen Alptekin Dursunoğlu YDH’deki “Suriye’de hızlı çöküş ve muhtemel senaryolar” başlıklı önemli analizinde şöyle diyor:
“Zira 2015’ten beri İdlib’i kontrolü altında tutan silahlı grupların 27 Kasım’da başlattıkları saldırının hedefi Şam’ı ele geçirmek değil, M-5 karayolunu kontrol altına almaktı.
Saatler içinde Halep kırsalının, günler içinde de Halep ve Hama’nın savaşmadan bırakılması, 8 Aralık’ta Şam’ın düşmesini beraberinde getirdi.
Bu hızlı çöküşü hayret verici kılan aslında Suriye’nin güçlü, silahlı grupların ise zayıf konumuydu. Zira Suriye, geçen yıllar içinde kendisine yönelik kuşatma ve yalnızlaştırmayı kırmış, silahlı gruplar ise yalnızlaşmıştı.
2012’den 2018’e kadar İran, Rusya ve Çin dışındaki tüm dünya tarafından yalnızlaştırılan, kuşatılan ve ağır yaptırımlara maruz bırakılan Suriye, önce Körfez ülkeleriyle, ardından Arap Birliği’yle ilişkilerini normalleştirmiş hatta Türkiye bile Şam karşıtı tavrını yumuşatmıştı.
Suriye’ye vekalet savaşı dayatan ABD liderliğindeki ‘Dostlar Grubu’nun 12 Aralık 2012’deki Marakeş toplantısına 150 ülke ve uluslararası örgüt katılmıştı.
Dostlar Grubu, silahlı grupları örgütlemekle kalmamış dışarıdan on binlerce militan ithal etmiş ve onları silahlandırmıştı.
Ancak tüm bu olumsuz şartlara rağmen Suriye ordusu ve General Kasım Süleymani komutasındaki müttefikleri 2016 yılının aralık ayında Halep’i, 2017 yılı boyunca da Irak sınırına kadar olan toprakları kurtarmış ve Lübnan sınırı bölgesini temizlemişti.
Silahlı gruplar ise 2018’de İdlib’e sıkışmış ve Türkiye tarafından dahi terör listesine alınmış ve yalnızlaşmıştı.
Suriye ordusu ve müttefikleri İdlib’in kurtarılması için hazırlıklarını sürdürürken denklemi değiştiren adım Astana formatının ortağı olan Türkiye’den geldi.”
Aynı analizde sürece dair olası sonuçları ise şu şekilde ifade ediyor:
“Suriye için çok ihtimal tek gerçek: ‘çökmüş devlet’
Suriye, 8 Aralık öncesine kadar toprak bütünlüğünü kaybetmiş olsa da kurumsal devlet yapısı ve geleneksel ittifak ilişkileri sebebiyle Batılıların ‘failed state’ yani ‘çökmüş devlet’ diye tabir ettikleri felaketten uzaktı.
Çökmüş devletin ne anlama geldiği veya bölgesini nasıl etkilediği Somali, Afganistan ve Libya ileSuudi müdahalesi sonrası Yemen ile şu anki Sudan örneklerine bakılarak anlaşılabilir.
8 Aralık öncesi Suriye, birbirine rakip tarafların müdahale alanıydı.
8 Aralık sonrasında ise ister bölünsün ister federasyona dönüşsün veya isterse 2011 sınırlarında üniter yapısını yeniden kazansın birbirine düşman ülkelerin çatışma alanı haline gelecek.
Etnik veya mezhebi temelde bölünmüş bir Suriye en iyi ihtimalle Lübnan’a; federasyona dönüşmüş bir Suriye ise en iyi ihtimalle bugünkü Irak’a benzer olacak.
Lübnan’ın ve Irak’ın ortak özelliği, seçim yapabilen ama dış müdahale olmadan kendi başına hükümet dahi kuramayan devletler olması.
Suriye’nin 2011 öncesi sınırlarda üniter yapısına geri dönmesi şu an en uzak ihtimal olarak gözüküyor.
Çünkü böyle bir devletin kurulabilmesi şu an devrim kutlaması yapanların kendi aralarında bile uzlaşamadıkları konularda tüm Suriye halkıyla uzlaşmasını gerektiriyor.
Halbuki demokrasinin küfür rejimi olup olmadığı konusunda devrim kutlaması yapanların kendi arasında bile uzlaşma yok.”
*
Bir önceki yazımızda Suriye’deki terörist hareketlenmenin başarılı olmayacağı yönünde bir değerlendirme yapmıştık. Henüz başlamış ve tam olarak nereye evrileceği netleşmemiş, kimse tarafından Suriye ordusunun neredeyse savunma yapmayacağı kestirilememişti. Hatta bu hareketi gerçekleştiren sahadaki teröristler dahi Şam’ın düşürülebileceğini muhtemelen tahmin etmemişlerdi.
O yüzden değişik tahminler vardı. Bizim de tahminimiz bu yönde idi ve Şam’ın düşebileceğini, askerlerin direnmeyeceğini, İran ve Rusya’nın müdahalelerinin yolunun tıkatılacağını hiç kimse beklemiyordu ve Şam’ın düşmesine rağmen Suriye’de stratejik olarak terörist başarının nihai anlamda hala da gerçekleşmeyeceğine dair tahminimiz ve umudumuz devam ediyor. Ancak gerçek şu ki; taktik bir süreç bile olsa Suriye düştü.
Hiç kuşkusuz ki; Suriye cephesinde gelişen olaylar ve gerçekleşen NATO İsrail işgali direniş cephesi ve İslam ümmeti için şimdilik taktik bir yenilgidir.
Her ne kadar taktik anlamda, en azından bu konjonktürde bunun böyle bir sonuç vermesi, Rusya ve İran başta olmak üzere Avrasya için arzu edilmese de henüz olgunlaşmamış olan, kendi yönünü doğru bulmaya yönelik yetenekleri belki de bu süreçte ve bu sürecin sonunda gerçekleşecek olan Suriye halkının yeni bir sürece evrildiği de bir gerçeklikti ve yönetim/ordu, Rusya İran ekseninden uzaklaşma eğilimini neredeyse açıkça göstermekteydi. Ordu, neredeyse hiç direnmedi. Yönetim için aynı şeyi söylemek için elimizde yeterli veri yok.
Bu bakımından Rusya ve İran'ın, askeri anlamda yapacağı bir yardımın da faydası olmayacağı gibi ters tepeceği ve barış karşıtı bir hareket olarak suçlanacağı bir de facto oluştu. Zaten İran'lı yetkililer de bu konuda aynı yönde açıklamlar yaptılar. Hamaney de.
*
İsrail kazanıyorsa, iyiler kazanmıyordur ve iyiler kazanıyorsa İsrail kazanmıyordur. Çünkü İsrail, mutlak kötülüktür.
*
İran, 2011’de başlayan süreçte de Tahran'da, Suriye yetkililerinin tercihleri konusunda bir dayatmada bulunmamıştı. Batı'nın Suriye yönetimine yaptığı teklif ve dayatmalar konusunda Suriye'nin yapacağı tercihe kendisi karar versin seçeneği uygun görmüştü.
O gün Suriye, boyun eğmemeyi tercih etti ve İran bu kararında Suriye'ye, Suriye'nin talep ettiği her türlü yardımda bulundu.
13 yıl boyunca da Suriye yenilmedi ve tekrar direnmeyi tercih etse; tekrar yenilmeyecekti. Arap dünyası ve uluslararası toplum, yenilmemiş Suriye'nin galibiyetini kabul edip normalleştirme süreci başlattılar ama Suriye'nin düşmesinin, İsrail için hayati bir gereklilik olarak görüldüğü bir gerçekti.
Bu süreçte tekrar ayartıldı ve kandırıldı. Asker mi, siyaset mi, kim ne kadar ayartıldı henüz çok net değil.
Ancak net olan bir şey varsa o da özellikle direnişin, çok büyük ihtimalle de Rusya'nın da Suriye'yi satmadığı. Şimdilik psikolojik harp olarak bu algı ısrarla işleniyor ancak İsrail'le savaşmayacakları; hedeflerinin İran ve Hizbullah olduğunu ilan edip yeni Suriye'nin ordusunu, silahlarını, tüm savunmasını yok edip Şam kapılarına dayanan, Golan’a İsrail bayrağı çeken İsrail'e karşı en küçük bir tepki göstermeyen teröristler, ileri ki süreci ayna gibi görünür kıldı bile.
YENİ EVRE
Neyse, olanlar oldu ve yeni bir evreye girildi. Suriye, yeni bir tercih ve olgunlaşma sürecine girdi. Zalimi devirenlerin ve onların efendilerinin Suriye'yi neye çevirecekleri, başına neler getirebileceklerini tahmin etmek artık zor değil.
Bu açıdan bakıldığında mevcut konjonktürün taktik ve stratejik faydalarının da olduğu gerek uluslararası aktörler ve gerekse bölgesel güçler ve aktörler tarafından dikkatle izlendiği göz önünde bulundurulmalıdır.
Mevcut durumda Suriye, bir saatli bombadır ve hatta çok uluslu ve bölgesel paylaşımın daha aktif bir alanı haline gelmiş durumdadır. Yanardağ patladı ve lavlar fışkırmaya başladı.
Neticede İsrail’in güvenliği adına girişilen ve nihai hedefi direnişin merkezi, İran’ı etkisizleştirme olan bir gidişat vardı/r ve Suriye’nin denklemden düşürülmesi bu açıdan İsrail için bir zaferdir. İsrail, artık Suriye'de, Şam'da ve tüm Golan' da.
İsrail, artık Türkiye'nin de komşusu.
*
Suriye'nin düşmesiyle her ne kadar İsrail/Suriye ve İran nerdeyse birbirine artık sınır olsa da ve İran'ın nükleer tesislerine bir saldırı imkanı ve ihtimali artmış olsa da unutulmamalı ki;
Suriye taktik anlamda yani geçici bir süreliğine de olsa düştü ancak Atlantik cephesinin Suriye'yi düşürmekle Irak'ı düşürdüğü günkü gibi güçlü bir konumda olduğu ve direniş ümmetinin ve Avrasya Bloku'nun da o günkü gibi güçsüz olduğu bir durum da artık yok.
BU İŞGAL BAŞARILI OLABİLİR Mİ?
An itibariyle İsrail'in Suriye'de işgal ettiği ve kalıcı olduğunu ilan ettiği toprak miktarı Gazze Şeridi' nin üç katı. İşgalci İsrail televizyonları sevinç gösterileri eşliğinde Şam'ın merkezi'nden canlı yayınlar yapıyor. Bir yandan tüm bunlarla çelişkili olmadığı görünen secdeler ve bu yüksek memnuniyet ve yayınlar, unutulmuş Gazze'li çocukların akmaya devam eden kanları arasından süzülüyor.
Bu arada İsrail Yemen'i, Trump ise İran'ı vurmaya hazırlanıyor.
Bayramlar, zafer şarkıları, zafer sarhoşluğu, hızlanan soykırım, yıkım, genişleyen işgal, Filistin'e destek olan cephelere saldırı hazırlıkları ve edilen zafer secdeleri birbirine karışmış ve tek vücut olmuş durumda.
*
Soykırım cephesi öteden beri Suriye’yi denklemden düşürmek istiyordu. Suriye, öncesinde de olduğu gibi 7 Ekim’le birlikte de Filistin’e destek vermeye devam etti. Ülkesinin önemli bir bölümü zaten işgal altında olan, 13 yıldır küresel güçler ve teröristleri tarafından savaşa maruz bırakılan Suriye, son aylarda İsrail’in her gün hava bombardımanı ile teröristlere açtığı yoldan ilerleyen işgalci teröristler İsrail’in hedeflerine ulaşmasını sağlamayı başardılar.
İşgalci teröristlerin daha önce birbirleriyle savaşmış birçok gruptan oluşmalarının kendi aralarında hesaplaşmalara yol açabileceği, değişik bölgesel ve küresel aktörlerin hesaplarının farklı olmasından dolayı ülkeler arasında çıkar çatışmaları olasılığı ve en önemlisi ise Suriye halkının gerçek anlamda uyanmasına neden olabilecek süreçleri/dinamikleri barındırdığı için bu işgalin, şimdilik sendeletse de nihai anlamda iyiler cephesini zayıflatmayacağı ve bu sürecin, işgalci, soykırımcı cephenin stratejik bir zaferine dönüşmeyeceği söylenebilir.
FİLİSTİN
Filistin/Gazze cephesi de olumsuz etkilenecek. Devam eden çökertme sürecinden olumsuz sinyaller geliyor. Geçici bir ateşkesin ve İsrail'in şimdiye kadar reddedilen bazı şartlarının Hamas tarafından kabul edildiği haberleri geliyor.
https://ydh.com.tr/d/23428/wsj-hamas-anlasmada-israil-in-temel-taleplerini-kabul-etti
Diğer önemli husus ise Meşal'in Suriye konusunda endişe verici konuşması. Hamas' ta ki selefi çizginin tekrar cüretkar/aktif duruma geldiği ve siyasi kanadın bu yönde kırılmalar yaşayabileceği şüphelerinin güçlenmesi.
Filistin'e silah ve diğer tedariklerinin daha zor olacağı muhakkak. Gazze zaten artık gündeme de gelmiyor. Elbette ki moral anlamda bir kırılma yaşanmaktadır.
ZİHİNSEL DİZAYN
İran Devrimi ve ardından onlar şii dışlaması ile başlayan süreç, Arap Baharı denen süreç öncesinden Müslüman toplumları salt NATO’cu olmaktan Siyonist zihniyet ağırlıklı bir formata evirdi.
Bu zihnin inşası FETÖ ile ilk zirvesini yapmıştı. 7 Ekim’de görüldü ki; bu zihniyet, tüm ümmet boyutunda zalim bile olsa birçok daha büyük zalimin hedef gösterdiği Esed’e odaklanmaları ama Gazze’yi ve Gazze soykırımına destek olan İslam dünyasında ki emir sahiplerinin ise bu yaptıklarını hiç eleştirmemeleri hatta savunmaları ile ilk zirveyi de aşmış oldu.
Bir zalim gitmiş ama Suriye’ye en büyük küresel zalimler egemen olmuştur.
Bir zalim gitmiş ama Gazze de Suriye’de düşmüştür.
Bir zalim gitmiş ama İsrail Golan Tepelerini ilhak etmiştir.
Bir zalim gitmiş ama Suriye’nin tüm donanması ve hava kuvvetleri ile silah depoları imha edilmiştir.
Bir zalim gitmiş ama gelen zalimler, İsrail ile değil; Filistin ve Gazze’yi kurtarmak için savaşan İran ve Hizbullah ile savaşacaklarını ilan etmiştir.
Bir zalim gitmiş ama Türkiye, İsrail ile komşu olmuştur.
Bundan sonra direnen küresel iyilerin, özellikle de direniş ekseninin şeytanlaştırılmasına ağırlık verilecek. O yüzden secdeli siyonizmin daha görünür ve daha sahada olacağı eşgüdümlere tanık olacağız.
Özellikle İslam toplumlarının işgal altında olduklarını örten bu siyonist secdenin geçmişi, şimdiki siyasi işlevi, küresel siyonist projelerde ki muazzam konumu/gücü bilinmeli. Bunun bilinmesi, işgalden kurtulmanın yollarını açacak ve bu siyonist secdelerin, derinleşen işgalin bir zafer gibi sunulmasının mizansenlerinin en önemli parçası olduğunun daha net anlaşılmasını sağlayacaktır.
Türkiye, Özal ile başlayan komşularının cesedinden bir parça alma arzusu taşıyan yanlış politikalar yüzünden çok kaybetti.
Kendi ellerimizle kendimize ne kadar zarar verdiğimizi görebilmek için bu secdelerin ve Türkiye'ye çökmüş olan bu secdeli siyonizmin mahiyetini bilmemiz şarttır.
FETÖ, bu secdeli siyonizmin küresel kurumsallığının bir parçası idi.
Şimdi daha kuşatıcı komplike bir süreç içerisinde bulunuyoruz. 15 Temmuz darbesi başarısız olmamıştır, bertaraf edilmemiştir, secdeli siyonizmi tahkim etmiştir.
*
İslam dünyası ciddi zihinsel muhasebeler yapmalı.
Küresel bir dizaynın hayati damarlarından biri olan büyük İsrail'e giden süreçte Suriye'de gelinen durum ve sonrası hakkında en ufak bir kaygı, eleştiri, endişe, korku veya tedbir belirtenler hemen esatçılıkla suçlanarak Esad Zalim klişesiyle ötekileştiriliyorlar. Kesinlikle bu yanlıştır. Bir kere bu siyonist algı ve oluşturulmuş bastırmacı karşı cevaptır. Bunun farkında olmalı artık. Esad da Ortadoğu'da ki zalimlerden sadece biriydi ve artık gitti. Filistin'e destek olan tek Arap zalim, sonunda gitti. Peki şimdi Suriye'de zalim kalmadı mı? Artık hiç kimse zalim değil mi?
*
Bir soykırım yapılıyorken, tarihinin en büyük saldırısını birkaç gün içinde gerçekleştirerek yeni Suriye'nin tüm ordusunu ortadan kaldıran İsrail 'in bayrağının dalgalandığı işgal altında ki bir toprakta neye şükrettiğimizi sorgulamalıyız. Gerçekten kazandık ve sevinmeli miyiz ve gerçekten artık komşu yaptığımız İsrail'den emin olmalı mıyız?
Benim cevabım kocaman bir hayır. Tehlike altındayız ve hatta kısmi işgal.
Ordusunu yok ettiği Suriye'de demiryollarını da bombalamaya başladı İsrail. Ayrıca Gazze'de sadece soykırıma devam etmiyor, kapsamlı bir yıkım da başlattı.
Secde etmek ve her türlü hamaset yerine yeni durum ve sonrasından endişelenmeli ve ciddi analizler yapmalı, ciddi tedbirler almalıyız.
İSRAİL ARTIK KOMŞUMUZ!
Bu, dünyanın en büyük tehdidi değil mi, ey secdeli kardeşim?
SEVİNÇ VE ÜZÜNTÜ
Bir zalimin gitmesi, işkence mağdurlarının, haksız yere yatanların hapislerden çıkmasına sevindik. Değişik ülkelere sığınmak zorunda kalmışlardan kimilerinin memleketlerine dönebilecek omasına sevindik.
Ancak, diğer zindanların ve diğer zalimlerin yokmuş gibi davranılması tercihine üzüldük. En çok sevinen İsrail ile birlikte sevinmeye, bazıları etmese de biz, haya ettik, üzüldük.
Bu süreçte, bu sonuçların, iyilik cephesine ciddi bir darbe olması bağlamında, buraların İsrail’e teslim edilmesine, bölünmemiş önemli iki ülke olarak sadece Türkiye ve İran’ın kaldığına, bu iki ülkenin güç kaybettiği ve daha büyük risklerle karşı karşıya gelmekte olduğuna, bu sonucun Filistin ve Gazze’ye, bölgeye ve küresel anlamda tüm iyilik cephesine ağır bir darbe niteliği taşıdığına, tüm bunlara rağmen bu teröristleri savunan ehli secde kardeşlerimizin ümmetin çoğunluğuna tekabül ettiği ve küresel siyonizmin bu mutlak kötülüğe teslimiyet konusunda sağladığı zihniyet inşasının başarılı olduğuna şahit olmaya üzüldük.
Netanyahu, sevincini ifade edecek kelime bulamıyor; "bizim istediklerimiz oluyor, sayemizde oldu" diyor. Söyledikleri doğru.
Ve kimisi sevincini namaz kılarak küresel rolünü ve bu süreçteki yerini belgeliyor.
Sonuç olarak herkes rolünü oynadı, sevinen sevindi, üzülen üzüldü. Utanan utandı.
Şimdi sıra bundan olacaklarda.
Rabbim herşeyi görmektedir.
0 Yorum