İnsana, orta yol olan “sirat-i mustakim” emredilmiştir. Her şeyin ortası en doğrusudur. Yoksa sınır konulmamış duygular insanı aşırılığa sevk edebilir. Haramlardan kaçınmak kadar iyi amellerde, hatta duygularda dahi aşırıya kaçmamak ve Allah’ın koyduğu sınırları aşmamak önemlidir. Kur’an’da sıkça, “Sakın haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez” buyrulmuştur.
Duygular, amellerin yönlendiricileri ve bir nevi enerji veren bataryaları durumundadırlar. Bu nedenle amelden çok duyguların gerektiği kadar sınırlandırılması gerekir. Yani duyguların işleyişinde ifrat ve tefritten uzak durmak, amellerin oluşumunda büyük etkiye sahiptir.
Yetersiz bırakmaktan da aşırılıktan da korunması gereken duyguların başında “sevgi” gelir. Sevginin dereceleri, sıcaklık ve soğukluk oranı gibidir; azaldıkça soğukluğu, arttıkça sıcaklığı ziyadeleşir. Aşırı sıcak da aşırı soğuk da zarar vericidir. Sevgi azaldıkça öfkeye dönüşür; arttıkça kutsi bir mahiyet vehmini doğurur. İkisi de doğru değildir. Bunun içindir ki Peygamber (ASV): “Sevdiğin kimseyi ölçülü sev ki bir gün sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de ölçülü şekilde sevme ki günün birinde çok sevdiğin bir kimse olabilir.” buyurmuştur. (Tirmizi, Birr ve Sıla, 60, Hadis no: 1997)
Aşırı sevgi ve bağlılık yalnız Allah içindir. Yaratılana gösterilen sevgi, yaratandan ötürü olmalıdır. Aksi taktirde, yaratılana aşırı sevgi gösterilirse, hayali bir kutsallık kılıfı oluşturur. Bu ise putlaştırmaya götüren bir yoldur. Çünkü mahlûka gösterilen aşırı sevgi, o mahlukun kusursuz, hatasız ve en mükemmel olduğu inancına sürükler. Bu da ibadeti andıran, aşırı, körü körüne bir bağlılık ve itaat meydana getirir. Allah dışında hiçbir şeyin böylesine aşırı bir sevgiye hakkı yoktur. Tertemiz, hatasız, kusursuz, eksiksiz ve en mükemmel olan ancak Allah’tır. Bu vasfını, Esma-i Hüsna’sından “Kuddus” ismiyle tanıtmıştır.
Bakara Suresinin 30. Ayetinde bildirildiğine göre, Cenab-ı Hak, yeryüzünde halife olarak insanı yaratacağını meleklere haber vermiş, melekler hayret içinde: “Orada kan dökecek ve fesat çıkaracak olan kimseleri mi yaratacaksın? Oysa biz seni takdis ve tesbih ediyoruz” demişler. Meleklerin bu sözlerini bildirmekle Allah, onları onaylamış olduğu gibi aynı zamanda insanların büyük ölçüde Allah’ı takdis ve tesbih etmeyeceklerine de işaret etmiş olmaktadır. Bu da Allah bırakıp bir takım yaratıkları mukaddes saymaları ve putlaştırmaları şeklinde ortaya çıkar. Bu işaret, “takdis” lafzından anlaşılmaktadır.
İnsanların, Allah’ı bırakıp Allah’ın eserlerine kutsallık isnat etmeleri ve çoğunluk itibariyle Allah’a karşı “takdis ve tesbih” görevlerini yapmamaları, meleklerin endişesini haklı çıkarmıştır. Kuddus isminin sahibini bırakıp, bir sineği bile yaratamayan, hatta kendilerini sinekten korumaktan aciz birtakım mahlûkları onun yerine takdis ediyorlar. (Hacc, 73-74)
Bütün sahte kutsalları oluşturan aşırı sevgidir. Çünkü sevgi aşırı olursa, sevilen varlığın hatalarını görmez, zamanla hatasız olduğuna inanır böylece onu kutsallaştırır. Oysa sevgi mutlak olarak Allah’a aittir, diğer varlıklara gösterilecek sevgi de Allah için olmalıdır. Eğer, Allah için olmayıp o mahlûkun hayal edilen hatasızlık ve kutsallığı nedeniyle olursa sapkın bir sevgiye dönüşür. Hatta Allah için olan kula yönelik sevgide dahi haddi aşmamak gerekir. Bir kula gösterilen mübalağalı sevgi, o kulu hayali bir varlık durumuna getirir.
Bediüzzaman’ın, ağabeyi Molla Abdullah’ın şeyhine karşı aşırı sevgisiyle ilgili olarak şu açıklaması gayet önemlidir:
“... O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin’nin (KS) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsnü zan etse de makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a’zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni onunla raptetmek için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin’i seversin. Yani o ünvanla bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübâreki senin gibi pek ciddi severim, takdir ederim. Çünkü Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana halis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin."Benim o kardeşim insaflı ve müdakkik bir âlim olduğu için, benim nokta-i nazarımı kabul edip takdir etti.” (Kastamonu Lahikası, s. 60)
0 Yorum