Geothe’nin Faust’u modern dünyanın ve de insanın trajedisini ortaya koyuyordu. Ruhunu şeytana satan insan, bu dünya için istediği hazzı alacaktı ama arzularının gerçekleşmesi karşılığında vermesi gereken bir şey vardı: ruhu… Bu bağlamda aydınlanma ile başlayan ve günümüze kadar gelinen süreci anlayabilmek, yeni insan, “yenidünya”nın ve daha özelde batı zihnini tanımaktan geçecektir. İnsan, ruhunu satarak anlaştığı şeytana karşı Tanrı’yı unutacaktı, kendini unutacaktı…
İnsan Tanrıyı kovmuştur hayatından ve artık Tanrısız bir hayatta tanrılığını ilan eden insan, yalnızlığın girdabında ruhsuz bir hayatı yaşamaya mahkûm etmiştir kendini. Ruhsuz bir hayatın içinde yaşama çabası insanı çürümekten öte bir yere götüremeyecektir. İnsan doğayı ve insanı ve Tanrıyı kendinden uzaklaştırarak şeytanın oyuncağı haline gelecektir. Bugün insan kendi eliyle oluşturduğu yenidünya içinde var olmaktan, var oluşunu gerçekleştirmekten uzak bir şekilde “var ölü” olarak yaşamaya mahkûmdur. Çünkü insan, insanı unuttu, insanla olmayı, insanla var olmayı unuttu. Olamadı. İnsan; doğayı unuttu, doğaya hayretle bakmayı unuttu, güzeli temaşa etmeyi unuttu. Doğamadı. İnsan; Tanrıyı unuttu, tanrısız olamayacağını, tanrısız bir dünyanın çöle dönüşeceğini unuttu. Bilemedi. İnsan; olmayı unuttu, doğmayı unuttu, bilmeyi unuttu. Olamadı, doğamadı, bilemedi… İnsan kendini unuttu. Bu kadar yalnızlık içinde insan; insan olarak kalamayacak kadar güç bir durumdadır bugün.
Yazımıza böyle bir girizgâh ile başlamamızın sebebi insanın bütün bu unutuşlarının kodlarına dair bir yol yürüme isteğidir. Buyurun o zaman birlikte son zamanlarda okumalarımı yoğunlaştırdığım “faustyen insan” ve “faustyen medeniyet”e dair Roger Garaudy’nin “Medeniyetler Diyalogu” kitabından hareketle konuyu ortaya koymaya çalışalım.
****
Batı kültürü" temel olarak üç postulata dayanır:
-Diğer insanlarla ilişkisinde Adam Smith'in postulatı: "Her insan kendi kişisel menfaatiyle hareket ederse, genelin iyiliğine katkıda bulunur."
-Doğa ile ilişkisinde Descartes'in postulatı: "Doğanın efendileri ve sahipleri olmak."
-Gelecekle ilişkisinde Faust'un postulatı: "Ey insan, güçlü beynin sayesinde Tanrı ol, bütün unsurların efendisi ve Rabb'i.
****
Batı kültürünün ve onun teşvik ettiği Faustçu gelişmenin derin bir krizini yaşamaktayız. Bu Faustçu model, sadece bir kültür olayı değil, aynı zamanda kapitalizmin ve sömürgeciliğin birbirine bağlı olarak doğuşu da olan ye Rönesans adı verilen şeyle birlikte ortaya çıkmıştır.
Evet, bu Faustçu model, kapitalizmi, yani kudret ve kâr arzusunun tatminini bilim ve tekniklerin sonsuz gelişmesinden bekleyen tek boyutlu Batı insanını ortaya çıkaran bir toplumu doğurmuştur.
Evet, bu Faustçu model, sömürgeciliği, yani bu teknik adamı her şeyin ölçüsü, tarihî kararın tek merkezi ve değerin tek yaratıcısı yapmak isteyen, dolayısıyla da Batılı olmayan bütün kültürleri, insanın tabiatla, diğer insanlarla ve Tanrı'yla ilişkisinin diğer bütün tarzlarını düşünmeyi ve yaşamayı inkâr veya imha eden Batılı bir toplumu doğurmuştur.
Faust bizim Batı kültürümüzün can sıkıcı bir imgesidir...
****
XVI. yüzyıldan XX. Yüzyılın sonuna kadar, Batı medeniyetinin gelişmesine üç Faustçu üç postulat hükmetmiştir.
Birinci Postulat: Temel değer olarak, eylem ve işin önceliği postulatı. “insan durmadan faaliyette bulunarak bütün büyüklüğünü ortaya koyar” der, Goethe’nin Faust’u.
İkinci Postulat: Aklın önceliği postulatıdır. Bu postulat şu şekilde ifade edilebilir. Akıl bütün problemleri çözebilir ve tek gerçek problemler de bilimin çözebildiği problemlerdir. Bu, aklın gayeler problemini çözdüğünü savunan Spinoza veya Hegel'inki gibi büyük akılcılığın veya aklın vasıtalar problemini ve diğer her türlü problemin teolojik veya metafizik nitelik taşıdığını, dolayısıyla da sahte bir problem olduğunu iddia eden Auguste Comte pozitivizminin küçük akılcılığının ayırt edici özelliğidir. Comte’un pozitivizmi bilimciliği ve teknokrasiyi doğurmuştur. Her ikisi de tam anlamıyla bir vasıtalar dinini oluşturur. Onun için de bilimci ve teknokratlar kendilerine her zaman nasıl sorusunu sorar ve asla niçin sorusunu sormazlar. Böylesine tek boyutlu bir anlayışta ruh sırf zekâya indirgenir Orada ne aşka yer vardır, ne dine, ne de şiire… İnsanlık tarihini üç temel döneme ayırabiliriz: Tabiatın gücünün insanın takatini aştığı, dolayısıyla insanın sadece hayatta kalabilmek için didinmek ve çarpışmak zorunda kaldığı dönem; insanın gücünün tabiatın gücünü aştığı dönem ve nihayet XX. yüzyılın ortalarından itibaren girdiğini gördüğümüz, insanın gücünün insanın gücünü aştığı dönem…
Üçüncü Postulat: Faustçu medeniyetin üçüncü postulatı, Hegel'in bir ifadesini kullanarak, "kötü sonsuzluğun" (yani, tamamen miktara dönüştürülmüş sonsuzluğun) önceliği postulatı adını verdiğim postulattır. Bu postulat adına büyümenin sonsuz bir artışına inanılabildi ve büyüme, üretim ve tüketimin tamamen miktara dayalı bir büyüme olarak tanımlanabildi. Toplumlarımız işte bu postulata göre işliyor, sanki teknik olarak mümkün olan her şey, arzu edilirmiş ve gerekliymiş gibi… Meselâ git gide daha güçlü nükleer silâhlar yapmak…
Bir medeniyet ki: - insanı çalışmaya ve tüketmeye indirgeyen, - ruhu zekâya indirgeyen, sonsuzluğu miktara indirgeyen bu üç postulata dayanır, böylesi bir medeniyet intihar etmek için hazırlığını yapmıştır…
0 Yorum