Cumartesi. Nahoş tatil. Öte beri. Ivır zıvır. Hayatın rutin akışı. Yaşamak katlanmaktır. Gündem sımsıcak. Her taraftan hukuksuzluk, adaletsizlik yağıyor üzerimize. Dördüncü dünya ülkesi olma yolunda hızla ilerliyoruz. Olduk belki de. Helal olsun bize! Birkaç köşe yazısı. Hepsinde mevzu aynı. Ama herkeste bir umutsuzluk, bir çaresizlik hakim. Türkiye'de kimse kazık kendisine girmedikçe başkalarının yediği kazıkla ilgilenmez diyen Aziz Nesin yine haklı çıktı. Dünün mağdurları bugünün mağrurları olmuş. Sadece mağrur değil, hakimi, kralı, sultanı, padişahı olmuş. Kürtler yine tarihsel bir yol ayrımında. Kullanışlı birer aparat. Kanmak, kaldırılmak, hayal kırıklığı, boş vaatler biricik yazgısı olmuş hepsinin. Hayır hepsinin değil, namuslu olanların.
Dün "Allah gökte midir?" başlıklı bir münazara izledim. İlmi bakımdan hoşuma gitti. Ama sadece ilmi bakımdan. İki konuşmacı da geleneksel literatüre vakıf, birbirine saygılı. Peki kim haklı? İkisi de haklı. Hem de sonuna kadar. Çünkü ikisi de Kur'an ve Sünnet'ten delil getirmekte zorlanmadı. Bana kalırsa "Allah göktedir" diyenin getirdiği deliller çok daha bol ve muhkemdi. Son noktayı İmam Malik koyuyor: "İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür." İmam Fahrettin er-Razi yine haklı çıktı: "Bana İslam adına ortaya çıkmış bir fırka gösterin ki iddialarını ispatlamak için Kuran'dan ve Sünnet'ten delil getirmekte zorlanmış olsun. Yok böyle bir fırka" diyordu.
Binlerce yıldır kelam mahfillerinde yapılan bir münazara. Daha doğrusu münakaşa. Sadece bizde değil, Hıristiyanlarda, Yahudilerde hep aynı münazara. Mücessime ile muattıla arasında orta bir yol bulmaya çalıştı Ehl-i Sünnet. Bu orta yolu bulabildi mi, sanmıyorum. Bulduğu formül şu: "Allah hem her yerdedir, hem de mekandan münezzehtir." Hem her yerde olmak, aynı zamanda mekandan münezzeh olmak! Hem her yerde olmak, hem hiçbir yerde olmamak! Hem sonsuz aşkın hem sonsuz içkin olmak! Bir tarafta yapay zeka, algoritmalar diğer tarafta sonu gelmek bilmeyen kadim teolojik tartışmalar. İnsanlık tarihi tartışmaların tarihidir. Aslında mezkur soruyu yapay zeka sormak lazım. Nasıl bir cevap verecek acaba? Her türlü keyfi hukuksuzluğu ve adaletsizliği irtikap eden yönetim erki için bu tarz münazaralar ve mevzular birer can simidi.
Yahya Kemal'in son yıllarıyla alakalı bir paylaşım. Ve talebesi Tanpınar'ın konuyla alakalı intibaları: "Zavallı Yahya Kemal. Bir insanın bir insanda bu birbiri ardınca değişen çehreleri ne garip ve hazin oluyor ve nasıl da en son çehre hepsini siliyor, bitiriyor. Park Otel’in barında gördüğüm küçük, dar, takatsiz adımlarla ancak yürüyebilen biçare ve acınacak ihtiyar." Başka bir dostun intibaları şöyle: “Otel odası dağınık, gömme dolabın hemen yanında üst üste konulmuş bavullar göze çarpıyor. Bavulların tepesinde kitaplar, gazeteler ve boş pasta kutuları. Şairin karyolası odasının ortasındadır. Yahya Kemal hep karyolada oturur. Ufak bir sehpada gelişigüzel duran Birinci sigarası paketleri, kibrit kutuları, paslı çakı, kalemler, cep saati. Tam bir savruluş içinde. Telefonun az berisinde dolu ve boş maden suyu şişeleri, reçeteler, ilaçlar. Tuvalet masasında küçük makas, kolonya şişeleri, fırçalar. şurada bir radyo. şurada Yahya Kemal’in eski bir fotoğrafı… Ne yaman bir yalnızlık!”
Son on dokuz yılını bir otel odasında asude bir yalnızlık içinde geçiriyor. Zavallı bir münzevi. Hayatı boyunca hiçbir kavganın içinde olmadı. Hem nalına hem mıhına vurdu her zaman. Bu hayatta tek bir gayesi vardı: kendi nefsi, kendi egosu, kendi rahatı, kendi midesi, kendi keyfi, kendi zevki. Bunlar uğruna satmayacağı, feda etmeyeceği, harcamayacağı hiçbir kutsalı yoktu. Aramadan bulmuştu sahip olduğu her şeyi. Aramadan bulanlardandı. Paylaşımı okuduktan sonra kitaplıktan "Kendi Gök Kubbemiz" kitabını aldım, tekrar göz gezdirdim biraz. Ve birdenbire nedensiz ama tanıdık bir hüzün kapladı içimi: Edebiyatın hüznü...
0 Yorum