Hâkim olduğu toplumlara asırlar boyunca dünyayı bir nevi Cennet eden, huzur ve, mutluluk getiren, ondan olmayanları dahi imrendirip cezbeden İslam medeniyeti, ne yazık ki bu asrımızda metruk bir vaziyete düşmüştür. İslam merkezleri Mekke, Medine ve Kudüs işgal altında olduğu gibi, İslam medeniyeti de batı medeniyetinin işgaline uğramıştır. Ümmetin çoğunluğu İslam medeniyetine sırtını dönmüş, onunla bağını koparmış gibi, yıllar önce kötüledikleri, âlimlerin sapkın olarak niteledikleri, mim’siz diye aşağıladıkları Avrupa medeniyetini büyük oranda onun yerine geçirmişlerdir. Şehirlerde köylerinde ailede toplum içinde çarşıda pazarda, yollarda hülasa insanların bütün yaşam alanlarında Avrupa medeniyetinin hükmü ve yönetimi ele geçirdiğini görüyoruz.
Hâkim medeniyetin hükümden ve iktidardan düşerek, başka bir medeniyetin onun yerine geçmesinin üç temel sebebi var:
1- Medeniyetin temeli olan inançların zayıflaması, başka medeniyette eğlence ve inançsızlık kılıfıyla sunulan cazip özgürlüklerin bulunması. İslam Medeniyetinin kaynağı olan Kur’an’dan uzaklaşmak cehaleti, o da nefsani heves ve eğlencelere düşkünlüğü doğurmuştur.
2- Çıkarcı grupların sömürüye dayalı aldatıcı ekonomik düzenin propagandasıyla topluma dayatılması. Bu da yine cehalete dayanıyor. Çünkü cehalet arttıkça aldatılmak ve hevesât batağına düşmek kolaylaşır.
3. Hâkim medeniyetin toplum hayatının değişen şartlarına ve ihtiyaçlarına cevap verememesi. Bunun temelinde o topluma yön veren âlimlerinin kendilerini yenileyememeleri sonucu medeniyetin kaynağı olan dini yeni neslin idrakine sunamamaları, sorularına cevap vermede yetersiz kalmaları ve ikna edici olamamaları yatıyor. Bir de, Hak dinde olmayan bidat ve hurafelerin dinden gösterilerek, bunu anlamakta zorluk çekenlerin dinden kaçmasına neden olmaları da önemli bir etkendir.
Batı medeniyetinin tezahürlerini sosyal, ekonomik ve kültürel hayatta, ailede ve özel hayatta da görüyoruz. Komşuluk ilişkilerinin kalkması, akrabaların birbirinden kopması, samimi dostlukların bitmesi, zaruri olmayan şeylerin zaruri ihtiyaçlar yerine geçerek israfın yaygınlaşması, köpek edinme kültürünün yerleşmesi, doğum partisi gibi Hristiyan inancına dayanan örf ve adetlerin İslami örflerin yerini alması, faizin bir şekilde herkese bulaşması, düğün, kılık kıyafet, dini merasimlerin bile batı formatına girmesi gibi daha birçok değişim örneklerini sıralamak mümkündür.
"Mademki muvahhidiz, müttahidiz" (mademki bir Allah'a inanan Tevhid ehliyiz, o zaman biriz" prensibinin egemen olduğu ve birlik olması gereken Müslüman toplumlar, batı medeniyetinin etkisiyle aralarına sokulan siyasî, ideolojik ve dünyevî bir tefrika fitnesi, onları birbirlerine zıt, uzlaşmaz, muhabbetsiz bir duruma düşürmüştür. Müslümanlıkla bağdaşmayan, kardeşleri düşman konumuna getiren Avrupa medeniyetinin bu şeytanî tefrikası, akrabaları hatta aileleri de bölmüş, onları birbirinden uzaklaştırılmıştır. Yine İslam medeniyetine has küçüklere sevgi, büyüklere saygı, yardımseverlik, kardeşini kendi nefsine tercih etme, fedakârlık gibi değerler, Avrupa medeniyetinin yerleşmesiyle yok olmaya yüz tutmuştur. Halen bu değerlere bağlı kalanlar -hâşâ- enayi damgasıyla toplumdan dışlanıyorlar.
İslam medeniyetinde hamiyet, şecaat, cesaret, sebat ve kahramanlık vardır. Allah'tan başka hiçbir şeyden hiç kimseden korkulmaz. Avrupa medeniyeti ise, dünyalık merkezli olduğu için temelinde Allah korkusu yoktur ama fani dünyayı kaybetme korkusu vardır. Bu nedenle en önemli özelliklerinden biri korkudur, bu medeniyetin mensupları dünyalık değerlerini kaybetme riski taşıyan en ufak şüpheden dahi korkarlar. Maalesef bu küfür medeniyeti İslam âlemini işgal ettiği içindir ki, Müslüman çoğunluğa da bu korku bulaşmıştır, Allah korkusunun yerini dünyasını kaybetme korkusu almıştır. Görmüyor musunuz ki iki milyar Müslüman on milyonluk Yahudi’den korkmaktadır. Herkes dünya malını, makamını ve fani dünyalıklarını kaybetmekten korkmaktadır. Onun için dünyaya hırsla bağlanıyorlar. Kendilerine Avrupa medeniyeti bulaşmamış olan Filistinli yiğitler, Allah korkusu dışında korku tanımıyorlar. Onun için Hamas lideri şehit Yahya Sinvar, dünyadaki diğer liderden farklı olarak Allah'tan başka hiçbir güçten korkmamış, Allah katındaki en yüksek makam olan şehadete erişmek için bütün dünyasını feda etmiştir. İşte İslam medeniyetinin mensuplarına sağladığı şecaat ve cesaret budur.
Bediüzzaman’a göre, Medeniyeti işleten bir nevi onun çarkları durumunda beş temel ilkesi vardır: 1-Dayanak noktası, 2-Hedefi, 3- Hayat düsturu, 4-Toplumların rabıtası (onları birbirlerine bağlayan bağları), 5- Ulaştığı gaye, elde ettiği ve neticeleri. Bu ilkeler doğrultusunda “mim’siz” (aşağılık) olarak nitelediği Batı medeniyeti ile İslam Medeniyetini çok güzel ve orijinal tespitler yaparak karşılaştırmıştır. Ona göre, Batı Medeniyetinin: dayanak noktası: kuvvettir; Hedefi: menfaattir; hayat düsturu: mücadeledir; toplumların rabıtası: ırkçılıktır, menfi milliyetçiliktir; ulaştırdığı neticeler ise: nefsani hevesleri tatmin, beşeri ihtiyaçları artırmak ve kolaylaştırmaktır.
Bediüzzaman sonra bunları şöyle değerlendiriyor: “Hâlbuki kuvvetin şe’ni tecavüzdür. Menfaatin şe’ni her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidalin şe’ni çarpışmaktır. Unsuriyetin (ırkçılık) şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. İşte bu hikmettendir ki, beşeriyetin saadeti selbolmuştur. (ortadan kalkmıştır.)"
Bediüzzaman, Hikmet-i Kur’anîye olarak nitelediği İslam Medeniyetinin temel ilkeleri bağlamındaki evsafını da şöyle ifade etmektedir:
"Nokta-i istinadı, kuvvete bedel hakkı kabûl eder. Gâye’de menfaate bedel, fazîlet ve rıza-yı İlâhîyi kabul eder. Hayatta düstûr-u cidâl yerine, düstûr-u teâvünü esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında unsuriyet milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gâyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin tecâvüzâtına sed çekip, ruhu maâliyâta teşvîk ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevkedip, insan eder. Hakkın şe’ni ittifaktır. Faziletin şe’ni tesânüddür. Düstur-u teâvünün şe’ni birbirinin imdanına yetişmektir. Dinin şe’ni uhuvvettir, incizabtır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni saadet-i dâreyndir.” (Bediüzzaman, Sözler,132-133.)
Batı medeniyetinin ne kadar insanlık değerlerinden uzak, çirkef ve aşağılık olduğu, hiçbir Müslümana yar olamayacağı, onlara mutluluk veremeyeceği, batılıların hayvanlarını dahi Müslümanlardan üstün tuttukları, İsrail’in Gazze soykırımında net bir şekilde ortaya çıktı. O halde Kur’an-ı Kerim’in “Onların dinine tabi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır.” (Bakara, 120.) Ayetinin uyarısına tabi olarak ümmetçe aklı başa almalı, kendi özümüze dönmeli ve bu menhus medeniyetten elimizi çekmeliyiz.
0 Yorum