Bundan önceki çalıştığım okul, erkek öğrencilerin bulunduğu okuldu. Bir gün bir öğrenci velisi, oğlunun durumunu sormak için okula gelmişti. Dersine giren her bir öğretmenden üzücü cevaplar aldı. Çocuğun derse katılımı ve başarısı iyi değildi. Devamsızlığı da hayli fazlaydı. Arkadaşlarıyla da geçimsizdi. Öğretmenlerine saygısında da sorun vardı. Yaklaşık kırk yaşlarındaki adam, beklediğini bulamamıştı. Sonra hazin bir şekilde dedi ki:
“Ben ona her imkânı hazırladım. Özel odası, bilgisayarı, konforlu koltuğu, masası var; ders araç- gereçlerini en pahalısından aldım. Her gün cebine harçlığını fazlasıyla koyuyorum, onu her gün özel arabayla okula bırakıyorum. Sırf derslerinde yararlansın diye eve internet bağladım. Pahalı akıllı telefonu var, her türlü rahatlığı sağladım, hiç bir gün en küçük bir fiske dahi vurmadım, ona arkadaş gibi davrandım, buna rağmen niçin başarılı olmuyor?!”
Konuşma tarzından tahsilli ve varlıklı olduğu, çocuğunu şımarttığı anlaşılıyordu. Adam haklıydı, günümüzün modernist eğitimcilerinin bütün tavsiyelerine uymuştu, masraftan kaçınmamış, çocuğuna her imkânı seferber etmişti. Ancak evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Demek bir yerde yanlışlık yapılıyordu.
Bana göre, çocuğun başarısızlığındaki temel neden, anlattığı şekliyle çocuğa sağlanan aşırı rahatlık ve imkânlardı. Çocuk, emeğin, zorluğun ve zahmetin ne olduğunu bilmiyordu. Onu dinlerken çocukluğum ve o zamandaki öğrenciliğin sıkıntılı halleri aklıma geldi. Eminim bunları anlatırken birçoğunuz “aynen biz de öyleydik” diyecektir.
Özel oda şöyle dursun, herkesin oturduğu kalabalık odada çalışıyorduk. Elektrik yoktu, ödevlerimizi gazyağı lambasının zayıf ışığında yapıyorduk. Bugünkü gibi masa sandalye de yoktu; yerde, keçi kılından yapılmış kilimin üzerine oturur yazardık. Vücudumuzda kilim ilmiklerinin izi çıkardı. Çoğu kez ayaklarımız uyuşur, kalkmaya zorlanırdık. Kış günlerinde okul yolu daha da çekilmez olurdu, yağmurda çamurda okula gider, odunlu sobada ısınırdık. İkinci el kitap almak için her hafta pazarlarda araştırırdık; defterlerimiz sarı saman kâğıdındandı. Elimizden geldiğince bunları korurduk. Şimdi öğrencilerin değerini bilmeden sağa sola attıkları birinci hamur kâğıt ve defterleri gördüğüm zaman içim ürperiyor. Vaktiyle Kur’an-ı Kerim bile kâğıt yokluğundan ağaç kabuklarına, kemiklere, yassı taşlara yazılmıştı. Günümüzde birinci kalite kâğıt bolluğu büyük bir nimettir, çocuklara bunun nimet olduğu bilinci kazandırılmalıdır.
Çocukluğum ile bugün arasında imkânlar açısından inanılmaz farklar oluştu.
İstesek de istemesek de bu dünya hayatı sıkıntılarla doludur. Hastalıklara karşı vücudun direnç kazanması gerektiği gibi, dünyanın çeşitli sıkıntı ve zorluklarına karşı ruhun, dayanma gücü ve tahammül kazanması gerekmektedir. Bu nedenle çocuklara, yaşlara uygun olarak zorluklara tahammül eğitimi de verilmelidir. Her isteği yerine getirilen, hiç bir zorluk yaşamayan çocuklar, ileriki yaşlarda karşılaştıkları zorlukların üstesinden gelemezler, hayatı kavrayamazlar, ezilir ve perişan olurlar.
Bir buğday tarlası sürekli sulanır, seralar gibi sıcak ve soğuğu dengeli ayarlanırsa buğdaylar büyür, gürleşir, hep yemyeşil kalır ama hiç bir zaman başak vermezler. Sıcaklar bastırıp sulama kesilse, işte o zaman fıtri olarak sıkıntıyı fark edip hemen başak vermeye dururlar. İşte insan da böyledir. Sürekli rahatlık içinde sıkıntısız yetişen çocuk olgunluk kazanmaz, cismen ve yaşça büyüse de hep çocuk hükmünde kalır. Kendi başına bir karar veremez, hep başkasının desteğine muhtaç olur. Bu nedenle içindeki olgunluk unsurlarının ortaya çıkması için zorluk ve sabır yaşaması gerekir.
“Sabûr” isminin sahibi olan Allah, bu dünya hayatında bütün hikmet ve maslahatları sabır unsuruna bağlamıştır. Onun için Allah sabredenlerle beraberdir.
Altının değeri, zorluk ve sıkıntılarla elde edilmesinden kaynaklanır. Emeğin kıymeti, yaşanan sıkıntılardan dolayıdır. Emek verilmeden elde edilen hiç bir şeyin kıymeti yoktur.
Varlıklı ailenin çocuğu, yoksulluğu da görmeli ve anlamalıdır. Varlıklı ve yoksul ailelerin buluşup kaynaşması için çocuklarının okul arkadaşlığı bir fırsattır. Her varlıklı aile, bir yoksul aileyle dostluk kurmalı, yardımda bulunmalı, çocuğuyla birlikte ziyaret etmeli ve o yoksul aileyi evine davet etmelidir. Aileler arasında maddi ve manevi destek, yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir. Böylece çocuklar yokluğun ve yoksulluğun ne olduğunu kavrar, merhamet ve yardımseverlik duyguları gelişir.
Unutulmamalıdır ki insanı şımarıklığa sevk eden en büyük etken, zahmetsiz elde edilen bolluk ve rahatlıktır.
0 Yorum