Bir görev. Arabada cemaat dedikodusu. Biraz iş. Çarşıda avarece gezinti. Kitapçı. Bekleyen siparişler. Şehrin Hindistan kokan caddeleri, sokakları, insanları. Kültürsüzlük. Eğitimsizlik. Görgüsüzlük. Vurdumduymazlık. Taşralılık. Sıcak. Bunaltıcı kısmen. Hala devam ediyor. Yaz gibi değil ama. Bir hasta ziyareti. Kötü huylu olabilir. Adiyattan. Takan yok. En korkunç şey çoğalınca sıradanlaşır, kanıksanır. Siyasi hava kokuşmuş. Ayak oyunları. Fırıldaklıklar. Entrikalar. Bazı illerde kitap fuarı. Bizde de olur yakında. Yine katılmam. Çingenelik. Dilencilik. Yayınevlerinin tanrısı para. Beş kuruş etmeyen adamlar el üstünde. Birkaç köşe yazısı. Bıkkınlık. Aynı şeyler. Aynı konular. Tekrar. Döngü. Her gün aynı. Cemaatlerin çıldırtan aymazlığı. Hassas bir kalbe sahip olmanın verdiği derin ızdırap. Elinde değil insanın. Kader. Takdir. Talih. Yazmak zorunda mıyım? Yazıyorum işte. Başka bir kendimi ifade etme biçimim yok. Tutamıyorum kendimi. Zorunluluk. Çaresizlik. Başka bir işe yaramamanın hüznü. Gıpta. Kıskançlık. Delicesine. Roman bölümleri. İç dökme. Sayıklama. Ağızdaki köpük. Her şeyin ardından sonra gelen o şey. Şekilsiz ve biçimsiz o şey. Nasıl bir şey? Kim anlar? Kim anlatabilir? Yokluk. Burun buruna. Kaza ihtimali. Her an.
Gerçi gençliğim yaşlılık gibi geçti gitti ama yine de yaşlanmayı kabul edemiyorum bir türlü. Vücudumun yıpranmasını, gözlerimin görmemesini, saçlarımın ağarmasını, hafızamın zayıflamasını, kısacası fani olduğumu bir türlü kabul edemiyorum.
"Pergel gibi ol. Bir ayağın sabit kalsın, diğer ayağınla istediğin yerleri dolaş. Ki dolaştığın yerleri sabit bastığın yerin mihengine vurabilesin." Böyle deniliyor her defasında. Ben de diyorum ki peki ya ayağını sabit bastığın yer yanlış ise?
Adam tanıyorum, hayatı ibadetle geçmiş. Gece namazını kaçırmaz, üç ayları oruçlu geçirir, ayda bir hatim yapar. Ama çoluk çocuğuna, karısına karşı zalim ve acımasız. Çevresindeki herkes kendisinden şikayetçi. Şimdi bu kadar ibadetin ne faydası var? Bu kadar ibadet insanı belki çok 'dindar' yapıyor ama nedense insan yapmıyor. Onun için adamın ismi anıldığında herkes şöyle diyor: "Çok dindar biri ama insan değil." Gerçekten de bizi insan yapmayan bir dindarlık sarmış her tarafı. Bizi insan yapmayan bir dindarlıktan çektiğimiz kadar hiçbir şeyden çekmedik?
Geçenlerde genel bir mesaj: "Merhaba hocam. Bilmek Azaptır kitabınızı yeni bitirdim. Ondan önce Düşünen Düşer kitabınızı okumuştum. Anlatımınız çok tatlı ve şahane. Nietzsche gibi çok çok derinleri kurcalıyorsunuz, derinlere iniyorsunuz. Ama tek başına olmaz bu iş. Bunu yaparken uzman bir psikologtan veya psikiyatriden destek almanız gerekiyor diye düşünüyorum. Biliyorsunuz Nietzsche de Van Gogh da yıllarca psikiyatri desteği aldı. Düşünce yükü çok ağır bir yük..."
Orhan Pamuk bir konuşmasında: "Neden yaşıyorum? Yaşamın ne önemi var? Hayatımda ne yaptım? Hayatın anlamı ne? Gibi sorular sormak 70'li yaşlarda daha yaygındır. İlginç olan, farklı olan, çok saygıdeğer olan bu soruları 20 yaşındayken sorabilmektir. Eğer 20'li yaşlarda hayatın anlamı ve ölüm ilgili sorular sorabiliyorsanız bence iyi bir yazar ve iyi bir sanatçı olabilirsiniz" diyor. Hayatım boyunca, daha ortaokul yıllarında ve halen kendime sorduğum sorular bunlar. Beynim bu soruların cevaplarını bulmak için kimi zaman yandı, eridi, kül oldu. Bütün kitaplarım bu soruları sorarken düştüğüm notlardan ibaret bir bakıma. Onun için bir paylaşımda "gençliğim yaşlılık gibi geçti" demiştim. Ama iyi bir yazar olabildim mi, bilmiyorum.
0 Yorum