(Habibi Nacar hocam "Bilmek Azaptır" kitabını köşesine misafir etmiş. Bu nazik jestinden dolayı kıymetli hocama kalben teşekkür ediyorum.)
Şahin Doğan kardeşimin çoktan beri çıkacağını haber verdiği "Bilmek Azaptır" kitabı yakında çıktı. Bizim de elde edip okumak fırsatımız oldu. "Yüzleşme Yayınları"ndan çıkan bu 238 sayfalık değerli ve mânevî hacmi büyük, değil her bir makalesi, her bir satırı bile bu fakire göre derin ve saygın bir emeğin ürünü olan kitap, günlük tadında yazılmış ve seksen makale ve üç röportajdan müteşekkil.
Şahin Doğan'ın bundan önce çıkan birkaç kitabını da okumuş ve yine bu köşede değerlendirmiştik. Öncelikle, biraz da meslekî hassasiyetten olacak, kitaplardaki yazım yanlışlarını bulup değerli kardeşime iletmiştim. Fakat bu kitapta yazım yanlışları neredeyse yok denecek kadar az. Bir iki tanesini de kendisine bildirdim.
Sadece, bazı devrik cümlelerin, cümlenin anlam bütünlüğünü bozduğunu ve bunun da cümleyi ilk okumada anlamaya engel olduğunu söylemeliyim. Yazılarımızda biz de az da olsa devrik cümlelere yer veririz. Aynı eleştiriyi kendi nefsimiz için de yapmalıyım. Bununla birlikte, böyle telif eserlerde devrik cümleye engel olmak zor olduğu gibi, meramı anlatmada belki böyle cümleler daha uygun.
Said Nursi, 2. Meşrutiyet'ten sonra gelişen olaylardan sorumlu tutularak, dönemin sıkıyönetim mahkemesine çıkarılır. Orada devrin idareci ve önde gelenlerine önemli hatırlatma ve tavsiyelerin olduğu,uzun bir savunma yapar. "Değil yalnız sizlere, belki nev'i beni beşere bu zamanda ettiğim bir nutuktur." dediği savunmasının başlarında: "Onun için (O gün bütün sırlar ortaya serilir. Tarık Sûresi 9) sırrınca, kabr-i kalpten hakaık çıplak çıktı." der.
Yani, için dışın bir olsun. İkinci bir niyetin olmasın. Neysen o ol ve öyle görünmeye çalış. O ki ahirette hesap gününde, bütün sırlar ortaya çıkacak. Kimin ne olup olmadığı anlaşılacak. O zaman bu kısacık hayatta saklanacak, gizlenecek, ortaya dökülmeyecek bir şeyimiz kalmasın. Şahin Doğan da bu merdane tavrı gösteriyor kitap boyunca. Kendisiyle yüzleşebiliyor. Bu konuda ketûm davranmıyor. Şeffaf bir tavır gösteriyor, dışına bakarak içini rahatça okuyabiliyorsun. Kendisini olması gerektiği gibi değil de olduğu gibi anlatıyor. Sevgilerini, kavgalarını, pişmanlıklarını, nefretlerini, eleştirilerini yaparken nefsini de ayrı tutmuyor. İğneyi kendine batırıyor önce. Düşünüyor ama onun tabiri ile düşündükçe düşmüyor. Derdini, kendine derman yapmayı başarıyor. Belki kendinde derinleşiyor, doğru sorgulamalar yapıyor. Çıkmazlarını, açmazlarını iyi tespit ediyor.
Kendinden de başkasından da sözünü esirgemiyor.
Bunları dillendirirken, gündeminde ve yazılarında ölüm hakikati öne çıkmış. Ölümle sık sık yüzleşiyor, yüzleşmeye çalışıyor. Özetle "Ölümü öldürebilirsen, kabir ağzını kapatabilirsen gel, konuşalım." demeye getiriyor. Yoksa her şey anlamsız oluyor onun gözünde.
Bazı teknik kısımlar hariç, Risale-i Nurlar yazıların içine, aslına nüfuz etmiş. Derlemeci değil, telifçi bir yazar. Bu, kolay değil; emek, birikim, sabır ister, her kişiye nasip olmaz. Ama bu kadar netlik cesaretini, bana göre Risale-i Nurlardan alıyor. Netliğin bozulup ortalığın flulaştığı, tereddüt hâlinin başladığı da oluyor elbette. İşte bu da okuduğu kitapların muazzam, belki de erişilmesi güç birikiminin onda bıraktığı yine bana göre kalıcı olmayan tesirlerinden kaynaklanıyor. Yine bu fakire göre, Şahin Doğan muazzam birikimini asıl maksadını anlatmada bir araç olarak kullanıyor. Şahsen istifade ve takdir ettiğim asıl yönü burası.
Dünyanın kötülüklerinden, ahirzamanın, deccal ve süfyanın, ilhad ve tuğyanın, emmare nefsin, ucbun, gururun, fıskın, münafık ve fasıkların şer ve tehlikelerinden Allah'a sığınmanın yer aldığı bir tesbihatta, fahşa içindeki kadınların bela, fitne ve şerlerinden istiazeyi, "bir erkeksi dil" olarak yorumlamasını, aynı yorumun devamında da "Zihinsel olarak genellikle araf hâli devam ediyor." cümlesine bağlıyorum. Yoksa fahşadan bizar bir insanın bundan şikayet etmesi doğru değil.
Şahin Doğan başlangıçta Cemil Meriç olmak için yola çıkmış. Peki, olabilmiş mi? Bu fakire göre, Şahin Doğan kendi olmuş. Ne gerek var Meriç olmaya? Elbette gaye-i hayal güzel bir şey. Zihinleri kendinden uzaklaştırır ve daima ileri bir hedefe çeker. İşte bu çekiş, onu kendinde derinleştirdi. Neticede, güzel ve etkili üslûbunu yakaladı. Yine onun hatalı bulduğum tespiti ile düşününce düşmedi. Bu fakire göre, düşmemesi, doğru düşünmesi ve sağlam düşünme ölçüleri sayesinde oldu. Kendine sisifos işkencesi de çektirse, merhum Akif'in tabiriyle "Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım." dediği gibi, "öğrendiğini öğretemezse" de yine bu kadarına razıyız. Onun okuyucuları için yazmaya devam etmesini isteriz. Üzülme kardeşim, ekilen hiçbir tohum, gayret karşılıksız kalmaz. Umulmadık zaman ve zeminde uç verir, filizlenir, belki de gölgesinde serinlenen çınara döner.
Sevgili Şahin kardeşime "yazmaya devam et" dedik ya. Neden dedik? Mesela 126. sayfadaki "Teolojik Felaket" yazısını okuduk da ondan dedik. Akademik körlükten dolayı, bazı şeylere nüfuz edemeyen, anlayamayan çakma ilahiyatçılara çok önemli bir ders vermiş orada. Tebrikler... Bu yazı için bile, bu kitabı okumaya değer.
Güzel kardeşim, belki Cemil Meriç olamamış olabilirsin ama mütecessiz bir nazarla ve takdirle okuduğun Tanpınar'ın insanı tarif için kullandığı mesela bu fakirin okuduğu halde bulamadığı bir tespiti bulmuşsun ki cihan değer. Neydi o tespit? "İnsan maruz bir müşahittir." Tanpınar, keşke Risale-i Nurları tanıma bahtiyarlığına sahip olsaydı, buna ilaveler yapar, "İnsan maruz ve meşhut bir müşahittir." derdi belki de. İnsanın maruz ve meşhut bir müşahit olmasını işleyen bir yazı da bekleriz değerli kardeşimden.
"Dünyanın en büyüğü, geçici olduğu için ruhumuzun en küçük isteğini karşılayamıyor" çok doğru cümlesinin yer aldığı "Atatürkçülüğü, Atatürk'ü kendi mahallesini eleştiren yazar, hiç yok gibi" çok haklı tespitlerinin bulunduğu "Aydın ve Mutluluk" yazısının sonundaki "Bilim ile din, akıl ile vahiy, dünya ve ahiret derin düşününce çatışıyor, yüzeysel düşünce uyuşuyor" cümlesine katılmak mümkün değil. Değerli Şahin kardeşim, tam tersi oluyor aslında. Bilim ile din yüzeysel düşününce çatışıyor ve çatışır. Bu asrın bu en önemli meselesine, geçen asrın başlarında Said Nursi çözümler önermiş ve din ve fennin birlikte okutulacağı medrese, okul açılmasına öncülük etmişti. Bilim ile dinin, akıl ile vahyin çatıştığı bir örnek isterim mesela. Tek bir örnek. Baba ile oğul çatışır mı? Aslında bu kitapta başka bir yazınızda da tersi anlama gelecek cümlelerin olduğunu hatırlıyorum. Bu büyük ve temelsiz iddia, büyük bir delil isterdi. Ama gerçekte de bu kitapta da yok.
Uhuvvet Risalesi'nde "İslamiyet, insaniyet-i kübradır." der Said Nursi. Şahin Doğan da "Sahur Sayıklamaları XI" yazısının sonunda "Lütfen gelin, hep birlikte insan olalım ve kurtulalım." diyor. Demek kurtuluşu, hakikî insan olmakta görüyor Şahin Bey. Aynı yazının içinde, insanı hakikî insan olmaktan uzaklaştıran, süfli derekesine indiren çok önemli bir noktaya da isabetle işaret ediyor. Nedir o nokta? "İnandığı değerleri ayaklar altına alarak tebliğ etmeye çalışmak." Yine tebrikler. Müslümanların yani bizlerin en büyük açmazı ve tesirsiz kalması bundandır. Belki anlattıkların hak ve doğru. Ama onları temsil etmeyince, dudakların oduna, kalbin de kan yığınına dönüyor.Tesirsiz ve ruhsuz kalıyorsun.
"İbadetindeki bazı gevşekliklerini, düşünmeyle birlikte tam inanmayı birlikte yürütememeyi" edebiyatın mizacını kirletmesine bağlayan Şahin Doğan, aynı yazıda İmam-ı Âzam'ın "Daimi tereddüt küfürdür." sözünü de naklediyor. Yani tereddüt belki olabilirdi ama bu, daimi ve de imanı sarsacak derecede olmamalıydı. Bunlar, belki de düşünen bir zihnin, düşmemek için gösterdiği gayret ve samimi yönelişin ifadeleriydi.
Kitapta, geleneği taşıyan kelime ve cümleler, yenileriyle harmanlanıyor. Bunu yaparken, eskinin ve yeninin uç noktalarına da kaçılmıyor. Üslûba, konuya uygun kelimeler özenle seçiliyor, yani rastgelelik yok. Bu da üslûbu samimiyetle buluşturuyor.
Şahin Doğan "Meçhule Saygı" yazısında 'Tanrı insanın eseri' gibi çıkışlara "Tanrı insanın eseri ise, dünya yani kâinat ve insan kimin eseri?" sorusunu soruyor ki inkarcılığın bu sualinin altından kalkması, mümkün değildir.
Yazıda, bu fakir tarafından tasvibi mümkün olmayan bazı çıkışlar da var ki onları şimdilik geçiyoruz.
Şahin kardeşim "Kendimle Konuşurken" yazısında birçok yerde baltayı taşa vuruyor. Ama "Tanrı, cennete veya cehenneme giderken fikrini sormadı." cümlesiyle belki de baltayı granite vuruyor. Evet, dünyaya gelişimiz bize sorulmadı, sorulamazdı da yoktuk zaten. Fakat Allah, seni ebedî olarak cennete mi cehenneme mi koyacağını sana sormak için dünyaya getirdi. Gelmek bizim elimizde değildi ama nereye gitmek, gitmenin tespiti şahane bir hürriyet ile bizim elimizde. Bunu görmemek, biraz garibime gitti doğrusu. Bir Risale okuyucusuna yakışmadı. Hele, Kader Risalesini okuyana hiç yakışmadı.
Yine "Sahur Sayıklaması VII" başlıklı yazıda ve Risale-i Nurlarda da yer verilen, İmam-ı Gazali'ye ait, mükevvenât için kullanılan "Mümkün dünyaların en iyisi" sözünü de yanlış izah ediyor Şahin Doğan. Orada kastedilen "didişme, kavga, tartışma" ortamının mükemmeliyeti değil. Ya nedir? Beşer elinin değmediği ve değmesinin de mümkün olmadığı âlem. Yani, Allah'ın yaratılmasını, sevk ve idaresini bize sormadığı âlem, mükemmel ve mümkünün en iyisi. Yoksa, imtihan dünyası kastı yok o sözde.
Hani:
"Derman arardım derdime,
Derdim bana derman imiş,
Bürhan sorardım aslıma,
Aslım bana bürhan imiş.
ilâhisi var ya.
Şahin Doğan kardeşim için, önemli şeyler hatırlatıyor bu fakire göre bu ilâhi. Dermanını derdinde, bürhanını aslında bulabileceğini salık veririm kendisine öncelikle.
Kitabı doğru ve yeterince değerlendirmek için, belki o kitap kadar bir eser yazmak gerekebilirdi. O kadar dolu, derin ve istifadeye medar yazılar var içinde. Birkaç hususu da dile getirmeden geçemeyeceğim.
Yazılarda sıkça ölüme yer veriliyor. "İşin ucunda ölüm varsa, hiçbir şey o kadar önemli değildir." cümlesinin yer aldığı "Bir Yılın Sonu" yazısında manşetlik bir cümlesi daha var. "İnsan, kendisi için ölüme inanmıyor, başkaları için inanıyor ölüme." Aynı manayı düşünüyordum ama böyle vurucu şekilde ifade edemiyordum. Bin yaşa kardeşim! Aklımdan çıkmıyor bu cümle. Bu cümle, aslında insanı, kendini doğru okumanın da bir göstergesi.
Allah'ı anlamak sadedinde, çok yazılarımızda yer verdiğimiz: "Bu meyanda en büyük idrak, idrak edemeyişini idrak etmektir." cümlesi ise, akademik körlük içindeki bir ilahiyatçıyı ikaz için yazılmış bir yazından alındı.
"Bir ateistin başkasına yapacağı iyiliğin bir anlamı var mıdır?" sualinden tut, evrimin insanı düşürdüğü seviye meselesine; tereddüt kıskacının sancılarından tut, siyasî birtakım meselelere; cihattan tut, hakikatin mahiyetine kadar onlarca konuyu ele almış Şahin Doğan kitabında.
Biraz da siyaset. Reisin Kürtlere yaklaşımını, çözüm arayışlarını biliyor ve görüyor Şahin Doğan. Belki de bu konuda yakın geçmişte ondan başka da samimi biri olmadığını da anlıyor. Fakat en azından bu konuda onu takdir eden bir yazı beklerdim ama onu bulamadım kitapta.
Yine kitapta günlük, geçici iniş ve çıkışlara fazla yer ayrılmış. Bu da fikir kitaplarına pek yakışmıyor. Fakat bu kitap biraz günlük tadında olduğundan pek yakışmış.
Evet dostlar, başlığı irdeleyerek yazımızı bitirelim. Şahin kardeşim "Doğru İslâm Hangisi?" yazısında, çağın ruhunu "adalet, özgürlük, eşitlik" olarak niteliyor. Bunların da İslâm dünyasında olmadığını, eleştirdiğimiz Batı'da olduğunu ima ediyor. Heyhat ki heyhat! Zihnen ölmüş, kadavraya dönmüş sömürü düzeninin kurucuları mı adil kardeş? Her dâim kanlı diktatörlerin yanında olmuş, hedefindeki bir adamı itlaf için okyanuslar ötesinden tonlarla malzeme gönderenler mi âdil arkadaş? Özgürlük, adalet, eşitlik kelimeleri yüzyıllardır dünyayı ateşe verenlere hiç yakışmıyor, hele bunu onlara layık gören Şahin'e. Özellikle de istisnasız tüm Batı yamyamlarının Orta Doğu'da zulüm için yemin ettikleri bu günlerde bunu ifade etmeyelim bari. Maskeler düştü, artık mızrak çuvala sığmıyor. Daha nice güzel ve istifadeye medar yazılar bekliyoruz güzel kardeşimden.
Selam ve dua ile.
(Habibi Nacar YILMAZ, Risale Haber)
0 Yorum