“En çok masumlar kendini kirli hissediyor,
kirliler kendini hiç kirlenmiş hissetmiyor.
Kirlenmek, temiz olana mahsustur çünkü..."
(Zeynep Merdan; Kendilik Cesareti)
"Dünyada iki insan ırkı olduğu sonucuna varabiliriz.
Sadece iki: Düzgün insanların oluşturduğu "ırk" ve ahlaksızların "ırkı."
İkisi de her yerdeydi, toplumdaki tüm gruplara sızmış haldelerdi.
Hiçbir grup tamamen düzgün ya da tamamen ahlaksız insanlardan oluşmuyordu..."
(Viktor E. Frankl; İnsanın Anlam Arayışı)
Değerlerden bahsediyoruz, ahlaktan, duruştan, medeniyetten, kültürden bahsediyoruz. Millet olarak ne/ye karşılık geldiğimizden, hangi anlam değer dünyasını temsil ettiğimizden, mesuliyetimiz ve mensubiyetimizin nasıl bir kim/liğe işaret ettiğinden ve dahi bize yüklemiş olduğu mesuliyetlerden bahsediyoruz. Peki, ne oluyor, ne durumdayız bütün bu konuların üzerine eğilmek, bu konuları gündemimize almak bize bir şey kazandırıyor mu? Konuşmuş olduğumuz bu meseleler yaşamın içinde karşılaşmış olduğumuz hangi meseleleri çözmeye yetiyor. Yoksa günün sonunda bu meselelerin kendisi ile birlikte yaşadığımız hayat başlı başına bir meseleye mi dönüşüyor? Bu soru ve bu konu ve böyle bir yazı girizgâhı, can sıkıcı farkındayım ama can sıkıcı olduğu kadar da önemli; zira meselenin kendisi de başlı başına Soru/n.
Haftalardır ülke olarak gündemimizde olan Narin kızımızın öldürülmesi olayı ve bu olayın toplumda meydana getirdiği infial, üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Ne oluyoruz, toplum olarak, ülke olarak nereye gidiyoruz? Bu kadar kötülükle, bu kadar kirlilik ile nereye gidiyoruz? Ne oldu bize, ne oldu bu topluma, farkında mıyız, farkına varamazsak bu gidişle nereye varacağız? Yok, hayır; maalesef ve çok acı bir şekilde bir magazin nesnesine dönüştürülen olayı biz de burada, köşemizde kimseye faydası olmayan ve daha fazla toplumu bozan yönleri ile ele alacak değiliz. Fakat meseleye bir de şöyle bakmak gerekir diye düşünüyorum: Bir köy, bir kız çocuğun hunharca ölümü ve başta en yakınları olmak üzere sessiz bir yığın. Bu kadarla yetinelim. Bu köy hepimizin aynası değil mi? Bu köy bizim şehrimiz aynı zamanda, toplumumuz, ya da ülkemiz, dünya; ya da biz ya da hepimiz. Aynamız…
Abarttığımı düşünebilirsiniz. Değmiyor, değerler hayata değmiyor! Değerler, konuşulmanın ötesine geçemiyor. Hayata değmeyen değerler, bizi kirlenmekten kurtaramıyor. Değerler; işimize, ailemize, ilişkilerimize, paramıza, statümüze, rollerimize, hâsılı hayatımıza yaklaşamıyor. Konuştuğumuz değerlerin, ahlakın, inancın, kültürün, duruşun hayatımıza yaklaşmaması için müthiş bir çaba sarf ediyoruz. Yaşamın içinde karşılaşmış olduğumuz olaylarda; ahlaksız bir tavır, kalas bir duruş, menfaati ve çıkarı esas alan değersiz bir tavır normal hale geliyor. Biz, toplum, ülke, dünya; hepimiz kirleniyoruz. Hepimiz yanı başımızdaki çürümüşlüklere, haksızlıklara, kirlenmişliklere, yanlışlıklara sessiz kalmıyor muyuz? En azından “kendimizi sıkıntıya sokmamak” adına bir sürü soruna, ahlaksızlığa, hukuksuzluğa, zulme, sessiz kalmıyor muyuz? Yoksa herkes kendi günahından, daha büyük günahı gördüğü için mi bu kadar konuşuluyor bu olaylar? Yoksa herkes, bakın işte benden daha kötüsü var, ben daha “temizim” mi diyor? Ya da toplumun, esasen kendi kirlenmişliğini örtmek çabası mı bu kadar gündem olması? Böylesine olayların olmaması için, böylesine olaylara meydan vermemek için ne yapıyoruz? Bu toplumda kötülüklerin olmaması için, sıradanlaşmaması için birey ve toplum olarak kayda değer, elle tutulur ne yapıyoruz. Yoksa sadece meydana gelen olayların ardından ağıt yapmaktan başka bir şey yapmıyor muyuz? Yoksa “herkesin kendi ölüsüne ağladığı cenaze” misali herkes böylesine kötülükler karşısında kendi kötülüğüne mi ağlıyor? Belki de Özdemir Asaf haklıydı; “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” Kötülerin bu kadar kötülük zaten umurlarında değil bu belli; bu konuları sadece temiz olanlar mı konuşuyor? Böyle bakmak fazla iyimserce mi olur? Çoğaltabiliriz ama daha fazla can sıkıcı soru sormak istemiyorum. Doğrusu sorular bir vargıdan ziyade bir kaygıyı ortaya koyuyor. En azından kendi kaygılarımı. Sizce de üzerine kafa yormamız gerekmiyor mu?
Ne diyoruz, umutsuz muyuz? Hayır değil, sorunu biliyoruz; ç/öz/üm bizde diyoruz, özümüzde, kendimizde, içimizde. Söz değil öz diyoruz, söylem değil eylem, değeri konuşmak değil değeri yaşamak, ahlakçılık değil “ahlaklılık”, kalas duruş değil “klas duruş”, başkalarını yargılamak ya da mahkûm etmek değil kendi hayatımızda değerleri yaşayarak; iyinin, doğrunun hâsılı değerlerin değdiği bir hayata şahitlik etmek ve de şahit olmak. Zira değerlerimizdeki bireysel kirlilikler, toplumsal kirliliği de beraberinde getirecek, getiriyor. Bilinmelidir ki; hayata değ/e/meyen değerlerin, değerleri aşınmış olan bir hayatın bize sunabileceği tek şey, insana ve topluma huzursuzluk veren koskocaman bir boşluktur. Ve bugün birçok alanda yaşadığımız durum budur: “Boşluk". Oysa yaşam bize boşluk değil bir anlam-değer dünyası sunmalıdır... Ve unutulmamalıdır ki; değerlerine uygun hareket edenler ancak hayata ve kendilerine değer katabilirler…
0 Yorum