Fransızca asıllı “ideal” kavramı, bir şeyin zihinde belli olan modeline uygun olması” şeklinde tanımlanmıştır. İnsanın inanç değerleri, bütün hayatının yol haritasını çizen bir ana hedef oluşturur. İşte bu ana hedefe “ideal” denir. Kişinin ideali doğrultusunda düşüncelerinden süzülen bir dünya görüşü şekillenir. Bu kavram, anlam benzerliği itibariyle Arapçadaki “adl” kelimesinden gelmiş olabileceği söylenebilir.
Hayatı yaratan ve yol haritasını çizen Allah’tır. “Adl” isminin de sahibidir. Bu itibarla her müminin ideali, yalnızca “Allah’ın rızası”na kavuşmaktır.
Herkesin mutlaka bir ideali vardır. Ancak inanç farklıkları, ideallerin de farklı olmasına yol açmıştır. İdeali olmayanın ideali kendisidir. Yalnız kendi çıkarlarını düşünür, her şeyi kendisi için bilir, her şeye yalnız kendisi için değer verir. Eskiden bu gibi kimseler için “hodbin: yalnızca kendini gören, hodgam: yalnız kendini dert edinen, hodendiş: yalnız kendi endişelerini düşünen” tabirleri kullanılırdı. Bu ise çok tehlikelidir. Çünkü böyle bir kimse, kendisinden başka büyük tanımaz ki sözünü dinlesin. Kendi hevasını ilah edinir. Kur’an-ı Kerim, “Heveslerini ilah edinen kimseyi gördün mü? Sen mi ona vekil olacaksın?” (Furkan, 43.) ayetiyle buna dikkat çekmektedir.
Kendini ilah kabul eden kimse, yalnızca kendisinin hizmetkârı olur, üstünlük taslayarak ve bazı programlar yaparak zamanla etrafında bir topluluk oluşturur, kendisi onların ideali olur. Aslında bütün yaptıkları gerçek süsü verilmiş illüzyonlardır. Toplumun gücü eline geçince de zalimce bir ceberut çabasıyla karşı çıkanları sindirir. İşte Firavunluk böyle ortaya çıkmaktadır. Kur’an, kendini ilahlaştıran zalimleri temsilen Firavun’u anlatmış, insanlığı firavunlara karşı dikkatli olmaya çağırmıştır. Üç bin yıl önce yaşamış Firavun Ramses ile günümüzde Firavunlaşan insanlar arasında yaşam ayrıntıları dışında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de şeytanın, insan üzerinde yapabileceği en büyük idealidir. Bir toplum liderinin ideali kendisi ise, bütün toplumu felaket ve helakete götürür.
Kendi çıkarı dışında bir ideali olan, yanlış olsa da o düzelebilir, hakkı bulabilir. Çünkü içindeki Hak saikasıyla “hak zannıyla” o yanlış ideale saplanmıştır. Ama yalnızca kendi çıkarını ideal edinen şahıs düzelmez, hakkı göremez. Enaniyet duygusundan doğan hırs, tüm düşüncesini, akıl ve kalbini kapladığı için, başka bir şey düşünmesine fırsat vermez. Bu nedenle Ebu Cehil, hakkı bulamamıştır. Onun ilahı kendi hevâ ve çıkarlarıydı. Oysa İslam’dan önce onunla aynı hayatı yaşayan Hz. Ömer (RA), hakkı bulmuş ve yüce bir makama erişmiştir. Çünkü Hz. Ömer, Allah zannettiği mevhum şeyleri ilah edinmişti, bunun yanlış olduğunu fark edince Allah’ı buldu, hak ve hakikata kavuştu.
Fitne ve fesadın, tüyler ürperten şeytani tuzakların çoğaldığı günümüzde ne yazık ki yeni neslimizi saran “idealsizlik” tehlikesi hızla yayılmaktadır. Bu da zorunlu olarak “nefsinin heveslerini ilah edinme” fitnesini doğuruyor. Kendi nefsinden başka büyük tanımama idealinin gençliğimize bulaşmış olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, söz dinlemeyen, yalnızca kendi düşüncelerini doğru bilen, nefsanî isteklerini tatminden başka gayreti olmayan bir nesille karşı karşıyayız. Büyüklerini alaya alan, onlardan iğrenen bir gençlik toplumun geleceğini tehdit etmektedir.
İlk eğitimin ailede olduğu gerçeğinden hareketle, çocukların özellikle ahlaki eğitimiyle ilgili olarak ailenin büyüklerine görev düştüğü gibi, toplum üzerinde söz sahibi olanların da bu tehlikeyi görerek buna karşı tedbir almaları gerekir. Avrupa kriterleri değil, sosyal hayatımıza ve kültürümüze uygun olan kendi inancımızın kriterleri esas alınmalıdır.
0 Yorum