Putperestliğin hakim olduğu islâm öncesi Mekke'de, çapulcu ve talancı tayfası Ebu Cehil, Âs İbn-i Vâil ve Ümmeye İbn-i Halef gibi azılı müşriklerin raiyetinde; canlarının istediği her zulmü ve pisliği yaparlardı. Çünkü yönetim ve güç onların elindeydi. Zayıfların hayat hakları yoktu, emekçinin alın teri verilmiyordu, kadınlara metâ muamelesi reva görülüyor, kız çocukları utanç (!) sebebi sayıldığından dolayı diri diri toprağa gömülmekten çekinilmiyordu. Öyle ki zulüm almış başını gidiyordu. Ne dur diyen vardı ne de karşı koyabilen!
Bir seferinde, Mekke'nin panayır sezonuyken, As bin Vail olduğu rivayet edilen kişinin avaneleriyle panayırı gezerken; Yemen'li bir adamın kaliteli malına gözü ilişir. Hemen adamdan malını zorla alıkoyar ve ücretini ödemez. Adamcağız ne yapacağını şaşırır ve can havliyle sağa sola bağırarak feryat eder.
Adamın feryadını duyan biri, adama hilfü-l Füdul'a gitmesini önerir. Hilfu'l-Fudûl'a müracaat edip derdini anlatan adamla birlikte bir grup genç, yalın kılıçla Âs İbn-i Vâil'in kapısına dayanırlar. Kapıyı açan Âs İbn-i Vâil, karşısında yalın kılıçlı grubu görünce ödü kopar ve hemen alıkoyduğu malı geri iade eder. İşte erdemlik böyle güzel insani bir karakterdir. Bakıldığında,
Cahiliye Döneminde; Hilfu'l-Fudûl Teşkilatı, gerek ticari gerekse dini bir merkez olan Mekke'ye gelen yabancıların uğradıkları, zulmün ve haksızlıkların bertaraf edilmesi amacıyla Arap kabileleri arasında haksızlıkları ve zulmü ön- leme konusunda bir sözleşme/yeminle kurulmuş bir teşkilat olduğu görülmektedir. Bu teşkilatın amacı; o günden sonra, Mekke'ye gelince haksızlık veya zulme uğrayan her hangi bir kimsenin hakkını savunmak, zorla alınan malını; karşı taraf kim olursa olsun ellerinden alıp sahibine geri teslim etmektir.
İslamiyetin doğusundan takriben beş, on dokuz veya yirmi yıl önce kurulan, Hilfü-l Füdul'un kurucuları arasında Efendimiz (s.a.v)'in de görüyoruz. Faziletliler sözleşmesi adıyla maruf olan, Hilfü-l Füdul'a bu gün dünya insanlığının ne kadar da ihtiyacı vardır. İslâm'ın yönetim biçimi olan Şeriat-i garra/Raşid-i hilafet müessesesinin sosyal ve siyasal hayatta olmadığı günümüzde; mazlumların haklarını zalimlerden almak için, Hilfü-l Füdul'ların kurulmasına ihtiyaç duyar hale geldik. Ta ki insanlık, fıtratına uyumlu olan İslâm nizamıyla buluşuncaya kadar. Tarihi bilgilere göre, Hilfu'l-Fudûl Teşkilatının;
580'li senelerde özellikle de Ficar Savaşları sonrasında Arap kabileleri arasında her türlü anarşi ve kargaşa ortamı oluşunca, bu vesileyle zayıf ve mazlum olan halkın korunması ve haklarının aranması için de bir cemiyete ihtiyaç duyulmuştur. İşte Hilfü-l Fudul da bu amaçla kurulmuş olan erdemliler cemiyettir.
Zulmün ve haksızlığın dalga dalga yayıldığı o günün Mekke'sinde; Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris, Teymoğullarının ileri gelenlerinden birçoğunun iştirâkı ile Mekke'nin zengin, itibarlı ve en yaşlısı sayılan Abdullah bin Cud'a'nın evinde toplanıldı ve "Hil-fu'l-Füdul" cemiyetini kurduklarını yeminle ilan ettiler. (Vikipedi ansiklopedi)
Oysa yaşadığımız toplumda/ülkede dernek vb. kuruluşların sayılarının binleri bulmasına rağmen; zulmün, haksızlık ve hak vermezliğin, kaşıkla verip kepçeyle geri alanların hala iş başında ve insanların haklarını, alın terlerini sömürdüklerini görmekteyiz. Son söz: Bu gün sayıları milyonları bulan tüm dünya stoklarının; bir Hilfu'l-Fudûl Teşkilatı kadar etkin güçlerinin olmadığıdır. İster birilerine dokunsun ister kabul görmesin, gerçek budur! Çok çalışanın az, az çalışanın çoooook para aldığı bir toplumda; sizce âdalet mi yoksa zulüm mü hakim?
Kalın sağlıcakla efendim!.
0 Yorum