Yüce Allah, yerin ve göklerin sahibi olduğunu Kur’an’ında sıkça ilan ediyor. Örnek olarak Maide Suresi’nin 6. Ayetinde mealen şöyle buyuruyor: “Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.” O halde bunlarda hak sahibi kılınanlar, söz sahibi olanlar Allah'ın kullarıdır, şeytanın kullarının bu mülkte hiç bir hakları yoktur. Şeytan lanetlenmiş ve recmedilmiştir, yani mülkteki haktan kovulmuştur. Artık hiç bir istifade hakkı yoktur, dolayısıyla onun avanesinin ve kullarının da hakkı yoktur.
Kur’an birçok ayetiyle kâinatı tanıtmakta ve kâinata konulan Allah’ın kanunlarına dikkat çekmektedir. Sure isimlerinin çoğunun kevni kavramlardan seçilmesi de kâinatı tanımaya zımnen bir teşvik ifade eder. Kamer (ay), Leyl (gece), Şems (güneş), Neml (karınca), Necm (yıldız), Tekvîr (yuvarlaklık) gibi sure isimleri, okuyanın dikkatini kâinata çeviriyor. Ama buna karşın Salât (namaz), İbadet, Savm (oruç) gibi sure isimlerine rastlanmaz. İslam’ın şartlarından sure ismi olarak yalnız Hac suresi vardır. Haccın toplumsal bir bilinç oluşturma temeline dayanması ve ilahi hükümranlığın kitlesel görüntüsü olmakla dikkat çekici olmuştur. Nitekim Yeri arşa bağlayan nurani bir sütun halindeki Kâbe’nin etrafındaki dönüş, kitlesel bir bağlılığın simgesidir.
Kuran, birçok ayetlerdeki ve sure isimlerindeki işaretleriyle gökleri, yeri, içindekileri yani tüm kâinatı ve koyduğu kanunları öğrenerek onlardan istifade etmemizi, bununla da Yaratanın yüceliğini ve kudretini tanımamızı istiyor.
Fizik, Kimya, matematik, biyoloji, astronomi gibi ilimler, kâinatı ve Kur'an'da "sünnetullah" tabir edilen kâinattaki Allah'ın kanunlarını inceliyor. Şimdi sorarım size, kâinattan istifade Hakkı bulunan Allah'ın kulları bu kanunları öğrenmek ve kâinatı tanımak zorunda değiller mi? Ama maalesef yaklaşık bin yıldır büyük ölçüde Allah'ın kulları değil de şeytanın kulları bunlara önem veriyor ve öğreniyor. Unutulmamalıdır ki kâinatı tanımayan ona hâkim olamaz. Kâinatta söz sahibi olmak için, kâinatı kanunlarıyla yani sünnetullahı tanımak gerekir. Şeytanın kulları kâinatı tanıyor onun için onlar ona hâkim oluyor. Müslümanlar kâinattaki kanunlardan istifade edemediği için teknolojik eserler yapamıyor. Bugün kâinata hükmedenlerin Allah düşmanları olmasının sorumluluğu sünnetullah’ı bilmeyen Müslümanlara aittir! Onun için ne kadar dövünsek yeridir.
İnternet, instagram, diğer sosyal medya unsurları, uydu, iletişim gibi teknolojiler, maalesef Allah düşmanı şeytan Amerikanın elindedir. Onlar müsaaade ettiği kadar istifade edebiliyoruz, istemedikleri mesajlarımızı silebiliyorlar. Müslümanlar, haberleşmek için onların aletlerini teknolojilerini kullanıyorlar. Müslümanların uzaya gönderdiği uydularını da onlar yapıyor. Müslümanlar bunları sağlayan ve kâinatı tanıtan ilimlere yüzyıllarca önem vermediler arkalarını döndüler şimdi de kâfirlere muhtaç durumdadırlar. Eski köleleri bu teknoloji sayesinde efendileri oldu, Müslümanları esir aldılar.
Ne yazık ki “sünnetullah”ı öğrenmede ve ona uymada yetersiz kaldığımız için sadece iletişimde değil, ulaşım, silah, ilaç, temizlik ürünleri, giyim, gıda sanayilerinde kısacası hemen her alanda bir ilerleme kaydedemedik, bu konuda ileri düzeyde olan kâfirlere ümmetçe muhtaç kaldık. Müslümanlara ait kaliteli ürünler bulamadıkları için ümmetin çoğunluğu İsrail ve yandaşlarının mallarından vaz geçemiyor, boykota katılmıyor. Sünnetullah'a uymayan bu Müslüman ümmet, bunun sonucunda Sünnet-i Resulullah'ı yani Şeriat-ı İslam’ı da terk etti. Böylece büyük ölçüde küfrün avucuna düştük. Ne kadar dövülsek yeridir.
Bugün süper güçler Sünnetullaha riayetle hâkim olmuşlardır. Teknoloji sünnetullaha itaatin sonucu olarak gerçekleşmiştir. Silahlar, bilgisayarlar, yayınlar, uydular, her türlü teknolojik araç ve gereçler fizik, kimya, matematik gibi ilimlerle yapılmıştır, bu da sünnetullahtır. Çünkü bu ilimlerin kanunlarını bulanların kendileri yaratılmadan önce de bu kanunlar vardı. Demek ki bunların hepsi Allah’ın kanunlarıdır.
Rahman isminin gereği olarak, sünnetullah’a itaatin sonucunda elde edilen dünyevi kazanımlar için, uyulan kuralların “Sünnetullah” olduğunu bilmek ya da Müslüman olmak şart değildir. Çünkü “Rahman” din, inanç farkı gözetmeden her canlıya merhamet eden demektir. Ayrıca “imtihan sırrı” böyle bir ayırımı öngörmez. Bu da Sunnetullah’ın bir kanunudur.
Aslında sünnetullah’ı tanımak ve ona riayet etmek, sünnet-i Resule itaat için gerekli bir zemindir. Sünnet-i Resule sarılmanın yanı sıra, esir olmamak için sünnetullaha da sarılmaları gerekmektedir. Esirlerin dini görevlerini yerine getirmeleri dahi efendilerinin izni ölçüsündedir. Bu nedenle mü’minler esir olmamalıdır. Allah tarafından kendilerine “üstünlük” payesi verilen Allah’ın kulları, onurlu olarak yaşamalıdırlar; izin alan değil, izin veren olmalıdırlar.
Kur’an, Al-i İmran suresi 110. Ayette “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah'a inanırsınız.” Buyurarak, Muhammed (ASV)’a tabi olanları “en hayırlı ümmet” unvanıyla taçlandırmış ve diğer insanlara da Hakkı göstermekle görevlendirmiştir. Başlarındaki ilahi tacı yerlere düşürmenin vebali çok ağır olacaktır. Her mü’min bu bilinç içinde hareket etmelidir. Bunun için de yine sünnetullah’a vakıf olmak yoluyla kâinata hâkim olmakla gerçekleşebilir. İslam’ın hükümranlığı için çocuklarımıza Sünnet-i Resulullah (sav) kadar Sünnetullah bilinci vermeliyiz. O zaman Mekke de Kudüs de özgür olacaktır.
0 Yorum