Reklam Alanı

“KUTLAMA YAPAN İSRAİLLİLER, ÇOK AĞLAYACAKSINIZ”

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı

 

 

Siyonist soykırım 300 günü aştı. Tespit edilmiş ölü sayısı 40 bin ve tespit edilmemiş ölü sayısı en az 10 bin. Yerinden edilmiş ve bombalamalar altında oradan oraya sürülen aç, sakat, hasta, yaralı bir halk. Ve hiç kuşkusuz Siyonist varlığı yok etmenin eşiğine getiren hareketin lideri İsmail Haniye’nin şehadeti.

Evet, Haniye Siyonist varlığı yok etmenin eşiğine getiren hareketin lideriydi. Onun suikastının ve özellikle de Katar’da daha kolay olduğu halde Tahran’da gerçekleştirilmesinin kararının soykırım koalisyonunun/Batının ortak kararı olduğunun tartışılması bile gereksiz. Zaten kınamadılar. BMGK'nın Batılı daimi üyeleri, Haniye suikastinin BMGK nezdinde kınanmasını engelledi; ABD, İngiltere ve Fransa, Rusya'nın Haniye suikastinin kınanması için sunduğu tasarıyı veto etti.

Bu resim, İran’ın, düşünüldüğünden daha tehlikeli bir tuzağa çekilmek istendiğine dair ip uçları veriyor ve bu da İran’ın, stratejik olarak soğukkanlı davranacağı, cevabını ertelemesi gerektiği seçeneğini önemli kılıyor.

İran, dıştan ya da içten yapılan kışkırtmalara göre hareket edecek suni bir devlet değil. İran, namazlısı, mezhepçisi, ırkçısı şuyu buyu ile Siyonist cephenin; ‘İran bir şey yapmıyor’ söylemiyle arzu ettikleri oyuna gelmeyecek basirete sahip ve ümmeti temsil etmenin ağır sorumluluğunun bilincinde.

*

Baştan beri de öyleydi, şimdi artık daha net:

Bu Savaş, Küresel.

 

İsrail durmuyor. Daha doğrusu İsrail’in sahipleri, yani soykırım cephesi, İsrail’in durmasına izin vermiyor. -Ukrayna’ da ki palyaçonun durmasına izin vermedikleri gibi.- Bunun nedenini Netanyahu’nun siyasi geleceğine bağlamak yetersiz kalıyor. İsrail ve beraberinde soykırım cephesi ciddi şekilde kan kaybediyor. İnsan, enerji/motivasyon, caydırıcılık, ekonomik ve silah gibi kayıpların eşlik ettiği stratejik bir kayıp. Artık ne yapsa da caydırıcı olamıyor ve artık eski gücünde değil. Bunu fark ediyor ve nereye doğru gittiğini görüyor, biliyor. Bu yüzden giderek daha da hırçınlaşıyor. Bunun dışındaki nedenlerin daha ön planda olduğu kanaatindeyim.

 

Bu Kayıp, Küresel Bir Kaygıya Dönüştü.

Kongrede alkışlatılması, sadece teselli edilmesi değil; format atılarak yeni bir evreye başlaması için salınması anlamı da taşıyordu. ‘Son sözü biz söyleriz, burada alkışladığımızı, hakkında karar verdiğimizi, akladığımızı, desteklediğimizi hiçbir mahkeme tutuklayamaz, hiçbir uluslararası kurum yargılayamaz, ona dokunamaz’ anlamına geliyor. Son suikast ve terör saldırılarıyla gösterilen tavır da bunu teyit ediyor. Dolayısıyla İsrail’i/Netanyahu’yu durdurmayan bunlar. Soykırımın durdurulmasını engelleyen odak burası. Lanse ettikleri gibi ‘Netanyahu’yu ikna edememe, durdurmaya çalışma’ gibi bir durum yok.

Mevcut stratejik kaybın zafere dönüşemediği bir tablo ortada iken soykırımı durdurmakla tescillemiş olacakları yenilgiye yaklaşmak istemiyorlar. Ancak soykırımı sürdürmekle de daha çok kan kaybedeceklerini de görüyorlar. Bu denklemden çıkmak için bir sarhoş veya delirmiş edasıyla çılgınlıklara imza atarak yeni bir denklemin doğmasını umuyorlar. İşte soykırımı durdurmamanın da İran ve ABD’nin direkt bir karşılaşmadan imtina etmelerinin de nedeni bu. Aynı nedenler yani. İran, İsrail’in bu denklemden çıkmasını istemiyor ama İsrail İran ve ABD’yi sahaya çekerek ömrünü uzatacak yeni bir denklemle sıvışmak, bu taktikle stratejik yenilgisini zafere çevirmek istiyor. İsrail’in bunun için yapmayacağı şey yoktur. O yüzden

tüm dünyaya büyük görevler düşmektedir.

 

*

Çözüm, İsrail İçin Bir Yenilgi.

 

İsrail, soykırımı durdurmayı ve her türlü çözümü bir yenilgi olarak görüyor. Başlattığı işgali, tehciri, istediği yere kadar sürdürmeyi ve bunu yaparken kendisine dokunulmamasını, dünyanın kendisine hizmet etmeyi sürdürmesini, yani 7 Ekim öncesi sürecin devam etmesini istiyor. Ancak o günler bir daha gelmeyecek. İsrail denen terör örgütü de diğer Apartheid yapılar gibi dünyadan sökülüp tarihin çöplüğüne atılacaktır.

 

İsrail de esas can simidinden vazgeçmiş değildi. İran ile ABD’yi savaştırmak. Arzu edilen bu çatışma geciktikçe Siyonist varlık kan kaybediyordu ve o yüzden direniş cephesi/İslam ümmeti, bu karşılaşmayı, her defasında yüksek sabır göstererek erteliyordu. Ayrıca hatırı sayılır uluslararası aktör olan Çin, olaya müdahil olmuş ve çözüm için Filitin’in tüm unsurları ile görüşerek ortaklaşa bir yol haritası belirlemişti. İsrail, sadece direnişin elinden değil, Çin’in öncülüğünü ettiği bu girişim ve olası benzer inisiyatifler, yaygınlaşan iç ve dış sivil tepkiler ile yaklaşmakta olan olası uluslararası mahkeme kararlarının da elinden sıyrılmak istiyordu. Bu yüzden sahibine gitti ve kongresinde kendisini alkışlatıp yeni evreye giriş yaptı. Lübnan, Suriye, Irak, Tahran terör eylemleri ve suikastlerinin hepsi, bu alkışlatmadan sonra geldi.

İsrail, esasen Lübnan’la başlatmak istediği savaşın ana nedeni; bunun, İran - ABD savaşına kapı aralaması/evrilmesi umuduydu. Bu yüzden çok kan döktü ve İslam ümmetinin stratejik sabrını defalarca zorladı, zindandaki esirlere tecavüze kadar varan vahişilikler sergiledi ve en sonunda Haniye’yi de üstelik Tahran’da öldürdü ve galiba istediği şey, artık çok yakın...  

Şimdiye kadar bu konuda birçok kırmızı çizgiyi zaten aşmıştı. Büyük Vaat operasyonu bile onu durdurmaya yetmedi. Demek ki; kan kaybı ciddi derecede artmış ve uluslararası mahkeme ve aktörlerin, İsrail’in kaçamayacağı çözümleri devreye sokma ihtimali olgunlaşmıştı.

Golan saldırısı ile Dürzi-direniş karşılaşması planı çökünce, bahane oluşmaksızın Lübnan’a saldırdı ve Hizbullah’ın ikinci adamını, en üst düzey ve kıdemli komutanına suikast düzenledi. Ardından Tahran’da İsmail Haniye’ye.

Tüm bu yaşananları ve batının dahli, tavırları ve açıklamalarını bir araya getirdiğimizde; Batı’nın, savaşın bölgeselleşmesi kararını verdiğini ya da bu seçeneği göze aldıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Daha doğrusu Batının, İsrail’in, savaşın bölgeselleşmesine yol açabilecek her türlü eylemini engelememe kararı verdiği açıkça anlaşılmış bulunuyor.  

Zaten İsrail’in Hizbullah ve Lübnan'a yönelik tüm baskıları da ve kışkırtmaları da en çok İran-ABD karşılaşması hedefine yönelikti. Lübnan’ı zorlamayı, kışkırtmayı bu karşılaşmanın ön kapısı olarak kullanmak istiyordu. Lübnan direnişi ise her defasında sabrediyordu ve belli bir dozda tutuyordu cevabını. Elbette bu sabır da sonsuz değildi.

 

*

 

Başta İran olmak üzere direnişin, yani İslam ümmetinin intikam dışında bir seçeneği yok.

Çok şey söylendi. Kınama ve baş sağlığı mesajları, bayrakların yarıya indirilmesi, gıyabi cenaze namazları…

Bunlardan birisi ilginçti. Sputnik’te yer alan habere göre Telegram hesabından Haniye suikastini yorumlayan Medvedev; Ortadoğu'da düğümün giderek daraldığının altını çizdi. Ortadoğu'da sallantılı da olsa

 

barışı tesis etmenin tek yolunun topyekün savaştan geçtiğinin herkesin malumu

olduğunu vurgulayan Medvedev, şu ifadeleri kullandı:

 

"Kaybedilen masum canlar için üzgünüm.

Onlar iğrenç bir devletin, ABD'nin rehinelerinden başka bir şey değiller.”

 

*

İsrail, İran-ABD karşılaşmasını sağlamadan ruhunu teslim etme niyetinde değil.

Ümmet ise bu bedeli İsrail için çok görüyor, İsrail’in buna ve şimdiye kadar ödenen hiçbir bedele değmediğini biliyor.

Her ne kadar bu İslam ümmeti, direnen unsurların etrafı, Siyonist bir kuşatma ile çevrili olsa da, İran’ın komşuları Siyonist birer üsse dönüşmüş olsa da İran ve direniş unsurlarının özellikle de suikastler konusunda ciddi önlem ve politika değişikliğine gitmesi de artık gündeme gelmelidir. Belki de artık çok geç veya belki de tedbirlere rağmen bunu önleyemiyor, bilemiyoruz…

Ancak şu aşamada belki de konuşulacak en önemli konu artık bu değil.

Gerek körfez ve medyası gerekse onların halkı Müslüman diğer ülkelerdeki İslam ümmetinin küresel mutlak kötülükle mücadelesini beğenmeyen, itibarsızlaştırmaya çalışan, Filistin’i savunma kisvesi altında vahdeti ve dayanışmayı açıkça engelleyen bu, Siyonist iradenin yönlendirmesi ile hareket eden münafıkları -ki ne yazık ki bunlar İslam dünyası diye adlandırılan toplumun ezici çoğunluğunu oluşturuyorlar- her suikastte veya her zaferde sahadakilere olumsuz tezahürat yapan, nifak yayan amigoluğu aşmak niyetinde değiller. Fetö’de olduğu gibi yollarında sabitler. Neyse…

*

Sonuç olarak; hiçbir ülke hatasız ve mükemmel olmasa da İran’ın bu tür kayıp ve saldırıları önlemeye yönelik daha sıkı tedbirler alması, genel bir yapılanma revizyonu gerçekleştirmesi, içindeki olası çürüklükleri ve riskleri gidermesi artık mazeret kabul edilmeyecek duruma gelmiştir. Zira hem dışarıdan ve hem de içeriden kuşatılmıştır İran. Dünyanın en muktedir mutlak kötülük odaklarının her birinin, düşman kim sorusuna; üzerine basarak ve art arda İran İran İran dedikleri, ümmetin uluslararası arenadaki temsilcisi konumunda bir ülkenin, imkansızlık ve zorluklara rağmen bu güvenlik açıklarını, bir zaafa dönüşmeden ve telafi edilemez sonuçlar doğurmadan kapatması elzemdir.

*

Her şeye rağmen bu defaki karşılığın daha sert ve farklı olabileceği ve fakat İsrail’in çok arzu ettiği bölgesel savaşa dönüşmeyeceğini tahmin ediyor ve umuyorum. Zira bu, İsrail’in elden kaçmasına tekabül ediyor. İsrail, ABD’yi hedefe koyuyor ve ABD ise buna isteksiz. İsteksiz derken, bir sonuç elde edemeyeceği ve küresel anlamda stratejik darbeler alarak Barı Asya’dan kovulmaya müsait hale gelebileceği ihtimalinin büyük olduğunu bildiğinden dolayı isteksiz.

 

İSRAİL, ARTIK 7 EKİM ÖNCESİ İSRAİL DEĞİL!

 

İsrail, başkalarını ateşe iterek biraz daha fazla yaşama derdinde iken ABD, İsrail için kendini feda etme tuzağına düşme konusunda isteksiz. Peki; savaşı durdurmak mümkün mü? Mümkün ve bu, soykırıma rağmen Gazze’nin zaferi sayılacak. Böyle olsun ya da olmasın İsrail, artık 7 Ekim öncesi İsrail değil. Bunu bağırarak söyleyelim ve bunu yakında zafer şarkılarının sözleri olarak akılda tutalım.

Tüm bunları göz önünde bulundurularak bu defa da İran ve ABD’ nin direkt bir karşılaşmadan imtina edeceklerini düşünüyorum. Tahminim bu yönde. İran’ın cevabını bir süre erteleyeceğini, direnişin ise yüksek perdeden bir cevap vereceğini tahmin ediyorum. Bazılarının, İran ve tüm direniş cephesinin eş zamanlı ve kapsamlı bir cevap vereceği yönündeki olasılığın zayıf olduğunu düşünüyorum. Aslında şimdiye kadar verilen cevaplar, İsrail’in, dünyayı götürmeye çalıştığı yöne gitmemekte direnmek adına, sorumlu davranılarak, günü kurtarmaya dönük oldu. Belki de bu defa da benzer ağırlıkta olacak. Ama cevap acıtıcı olacak, acıtıcı olmak zorunda. Zira İsrail, mutlak kötülüktür ve fırsat bulduğu her kötülüğü yapmaktan çekinmez, yapıyor da.

 

Nasıl Bir Cevap ve Ne Zaman? 

Nasıl bir cevap verileceğini bilmiyoruz ancak açıklamalardan anlaşılan bir önceki çapta olmayacağı. Nasrullah ve Ensarullah’ın açıklamalarından anlaşılan dozun yükseleceği ve yeni bir aşamanın başlayacağı.

Ancak esas cevabın bu olmayacağı izlenimi var. Zira bu, zaten yürürlükte olan denklem. O halde verilecek cevabın zamanı konusunda acele edilmeyeceği kesin gibi.

 

Niteliğine gelince;

Sadece yaşanan caydırıcılık ve itibar kaybının telafisi ve topyekun bir karşılaşmayı önlemeye yönelik olmasından ziyade İsrail’in, stratejik yenilgisinden kaçarak başvurduğu taktiksel hamlelerini etkisiz kılmak, önlemek ve bu taktiksel yeteneklerini imha edecek stratejik bir cevap veya süreç. Bunun çok zor olacağı ama imkansız olmadığı açık.

Bu bağlamda, Nasrullah’ın açıklamasında geçen bu ifade kayda değer:

”Kutlama yapan İsrailliler çok ağlayacaksınız.”

Ağlatanların ağlatılmasını Allah’tan dileriz.  

 

“KUTLAMA YAPAN İSRAİLLİLER, ÇOK AĞLAYACAKSINIZ”
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.