“Biz ötekilere "öteki" adını verince, onlar da bizi "öteki" olarak görüyorlar.
Böylece herkes, her birey, "öteki" yani yabancı oluyor. Toplumuna yabancılaşıyor..."
(Bozkurt Güvenç; Kültürün abc'si)
"Öteki, ötede duran bir diğer bendir.
Benle iletişimiyle sen'e dönüşür. Biz oluşur…”
(Ahmet İnam; Dünya Gönülden Gönüle)
Biz birilerini ötekileştiriyoruz, birileri bizi ötekileştiriyor, bir başka birileri hepimizi ötekileştiriyor. Bir kısır döngü, herkes kendi durduğu yere göre bir başkasını ötekileştirmek ile konum aldığını düşünüyor. Yaşadığımız dünyanın ve de zamanın, özelde yaşadığımız coğrafyanın, daha da özelde ülkemizin hali hazırda en önemli sorunu nedir, diye sorulacak olsa şahsen cevabım “ÖTEKİLEŞTİRMEK” olacaktır. Maalesef ötekileştiriyoruz; “başkası”, “öteki”, “onlar”, “bizden olmayanlar”, “bizim gibi düşünmeyenler, bizim gibi inanmayanlar, bizim gibi yaşamayanlar...”, “bize dâhil olmayanlar”… “Biz!” Sahi nedir biz, kimlerdir, kaç kişidir, sonra bizim dışımızdakiler, onlar kim? Cevabımız olacak mı bu sorulara, ya da bu sorulara vereceğimiz cevapla; bizi, hepimizi, tüm insanlığı hatta tüm âlemi ihtiva edecek bir güzel duruş ortaya koyabilecek miyiz? Onlara ne olacak, onlara yaşam hakkını vermeyecek miyiz, onlarla ilişkimiz nasıl olacak, sahi neyi ifade ediyor, “öteki”?
Her soru esasen bir sorundur, öyleyse soruları daha fazla uzatmadan meramımızı sözün başında ifade edelim; Ötekileştirmekten, ötekileştirici dilden uzak durabilmemiz gerekiyor. Nasıl kendimizin, kendi hikâyelerimizin bizim açımızdan biricikliği var ise ötekinin de kendi hikâyelerinin biricikliğine saygımızın olması gerekiyor. Varlığımızı başkalarının yokluğu üzerine kuramayız, anlaya anlaya başkasını, kendimizi, bizi öreriz. Varlığımızı, kendimizle irtibatımızı, kendimizi tanımamızı belki de “Öteler Ötesi” olanla ilişkimizi öteki ile var kılacağız, “öteki” yanımızı terbiye ederek var kılacağız. Ve dahi bilmemiz ve anlamamız gerekiyor ki; öteki ile irtibatı olmayanın öte ile irtibatı kopuk olacaktır. Buyurun o zaman yaşadığımız zaman diliminde ve coğrafyamızda daha da hayati bir hale gelen ve her dem hatırlamamız gereken bir rehber olarak “ötekine dair” notlardan bir seçkiyle birlikte, öteki yanımızı masaya yatıralım ve de ne durumdayız, üzerime düşünelim…
İnsanoğlu kendisini merkeze koyarak ''ben ve öteki'' ilişkisini, ''ben ve nesne'' ilişkisi düzeyinde formüle ettiği durumda, kendi değerini de nesne seviyesine indirgemekte ve kendisini hiçleştirmekte, ifna etmektedir. Böyle yapmayıp da ''ben ve öteki'' ilişkisini, ''ben ve başkasının beni'', ''ben ve sen'' veya bütün boyutlarıyla bir ''birlikte varoluş' olarak formüle ettiği durumda, bütün bir insanlık için etik bir özne, etik bir toplum ve etik bir insanlık tasavvur etmenin bir ütopya olmadığı, gerçekleşebilir etik ideal olduğu açığa çıkabilecektir. (Levent Bayraktar; Medeniyet ve Felsefe)
"Kendimiz için istediğimiz iyiliği öteki için ne kadar isteyebiliyoruz? Sadece kendimiz için mi yaşanası bir dünyanın hayalindeyiz, yoksa başkalarının da iyiliğini, mutluluğunu temin eden bir çözümümüz, bir ahlakımız bir yaklaşımımız var mıdır?” (Yasin Aktay; Dostluğa Dair)
"Etik, başkası -ile nam-ı diğer öteki ile- dolaysız ve asimetrik ilişkidir. Özne, bu İlişki yoluyla kendine dolayısıyla varlığa zincirlenmişlikten kurtulur ve böylece öteki'nin yüzünden öte'ye yani aşkın olana açılma imkânına kavuşur... Başkası ile ilişkide ne ben'in içselliği ne de başkasının başkalığı halel görür... Başkası ile ilişki yoluyla ben kendine, dolayısıyla varlığa mesafe alır, içinde mahpus kaldığı ego onto-lojik döngüyü kırar ve varlıktan başka olana uyanır..." (Özkan Gözel; Varlıktan Başka)
“Tevhid algısında 'öteki' yoktur. Yegâne "öteki" henüz terbiye görmemiş, Müslüman edilmemiş nefsimizdir ki, ondan büyük düşman yok... Denilir ki zihninde ve gönlünde başkası (ağyâr) yani 'öteki' fikrinden kurtulanın bir başka kimliğe, sıfata ihtiyacı kalmaz. Öteki olmayınca 'ben' de ortadan kalkar... Bize ağyâr (öteki) değil yâr kültürünü icra edecek bir kudret şerbetini içenler, içirenler nerededir?” (Leyla İpekçi; Muhit Dergi, Temmuz 2020)
“Ötekini bir nesne değil bir özne ve bunun ahlaki, hukukî, siyasi ve ekonomik gereklerini yerine getiren bir düşünme biçimi, 'ben'in ve 'öteki'nin hakkını verir ve böylece daha sağlıklı ve sahici bir ilişkinin doğmasına imkân sağlar. Ben, kendi varlık alanını muhafaza ederken, başkalarının varlık alanını da kabul eder. Ne 'öteki'ni inkâr ederek ne de kendisinin yok sayılmasına izin vererek bir arada yaşamanın mümkün olduğunu gösterir. Öteki'nin varlığını kabul etmek, hem ahlaki ve hukuki bir sorumluluk hem de sosyolojik bur zarurettir… 'Öteki' ile ilişki özünde dışlayıcı, düşmanlaştırıcı, yıkıcı ve yok edici bir ilişki olmak zorunda değildir. Tersine, 'öteki' 'biz'i/'ben'i zenginleştirir; Kendimizi başka aynalarda görmemize imkân sağlar. Bize yeni keşif ve inşa imkânları sunar. Daha da önemlisi 'öteki ile ilişki, kendimizi keşfetme ameliyesi ile yakından irtibatlıdır." (İbrahim Kalın; Ben, Öteki ve Ötesi)
Evet, ne diyoruz, nereye varmak istiyoruz: Medeniyetimizin toplum modeli; “öteki” ile ötekileştirmeden yaşayabilmeyi gerektirecektir... Yapmamız gereken, ötekini kendi içimizde duyumsayabilmek, benimseyebilmek, yetmiş iki millete aynı gözle bakabilmekten geçecektir. Varlığımızı ötekine rağmen değil, öteki ile var kılarak, "bir"leşebilmek ve de "biz"leşebilmek olacaktır. Unutulmamalıdır ki "öteki”ni yok sayarak, ötekini yok ederek var olunamayacaktır. Ve iyi bilinmelidir ki ötekini yok ederek varacağımız yer var olmak değil olsa olsa kendi varlığımızı ölü bir hale getirmiş olarak var ölmek olacaktır!
0 Yorum