Sömürgecilik karşısında haklarını, halklarını, evlerini, yurtlarını savunmaya yönelik kurtuluş ve bağımsızlık mücadeleleri hep var olmuştur. İş başa düşünce toplumun kendisini örgütlemesiyle oluşan bu yapıların çıktıkları toplumların mazlum oldukları ve haksızlığa uğradıkları bir gerçektir. Gasp ve saldırıya maruz kalan, işgale uğramış bir toplumun kendini müdafaa etmesi kadar doğal bir görev ve hak yoktur herhalde.
Bu yapıların münferit veya genel bir tarz olarak teröre baş vurmalarına nasıl yaklaşılmalı? Elbette haklı tarafta olmaları, ilkin zikredilmeli ancak yine de terör meşru sayılamaz. Öte yandan terörü bir tarz olarak benimsemeyen ancak geçmişte çok çaresiz kalındığında, istenmeden de olsa sivil kayıplara da yol açan veya hesap dışı/planlanmamış olarak teröre kaçan kimi eylemler de gerçekleştiren kurtuluş yapıları, terörist olarak damgalanıp işgalcisiyle bir tutulabilir mi? Terörü genel bir tarz olarak benimsemiş bir yapı/devlet/örgüt ile bazı eylemlerinin bazı yöntemlerinin terör olarak da yorumlanabileceği yapıların aynı kefeye konması sağlıklı bir yaklaşım mı?
İşgalcisi her an, duraksamaksızın terör uyguluyorken ve buna rağmen terörist olarak damgalanmıyorken; bu terörizm ve işgale direnen direniş/kurtuluş yapılarının meşru müdafaası nasıl terör kapsamına alınabilir ve bu yapılar nasıl terörist olarak adlandırılabilir?
Bu algı, elbette işgalci tarafın, kendini savunanı/haklı olanı/mağdur olanı itibarsızlaştırıcı ve kendi işgalini meşrulaştırıcı bir hedefe hizmet ediyor; kendini saldırgan ve işgalci pozisyondan çıkarıp mağdur pozisyona koyuyor, öyle gösteriyor…
Bugün, hala canlı olarak yaşanan ve izlediğimiz, tanık olduğumuz Filistin soykırımı konusunda neredeyse dünyanın bütün devletleri, küresel egemen devletlerin bu mutlak kötülüğüne, saldırısına, vahşetine karşı bir kenara çekilmiş; kiminin terör örgütü diye itibarsızlaştırmaya çalıştığı bu kurtuluş/direniş örgütleri sahada tek başına küresel istikbarla mücadele etmekte ve burunlarını sürtmektedir.
Aslında her direniş örgütünün kendine ve toplumuna ait değişkenler nedeniyle farklı özellikleri var. Irak, Lübnan, Filistin, Yemen direnişlerinin bu, birbirinden farklı özellikleri ayrıca üzerinde durulması gereken hususlardır. Örneğin Lübnan direnişinin, Lübnan toplum kesimleri ve siyaseti ile ilişkileri kendine hastır. Yine soykırım koalisyonunun müslüman görünümlü küresel terör çetelerini Irak ve Suriye’nin önemli bölgelerinden çıkaran Irak direnişinin Kuvayi Milliyesi sayılan Halk Seferberlik Güçleri hükümet çatısı altına alındı ve Irak’taki diğer direniş gruplarının da Irak toplumu ve siyaseti ile ilişkileri yer yer Lübnan’dakine benzer özellikler taşır. Yemen direnişi kendisi devlet olduğu için daha farklı tabii. Filistin de öyle sayılır, yani bağımsız. Tüm bu farklılıklar temel benzerlikleri değiştirmiyor. Hepsinin ortak ilkesi; toplumlarını işgalden/yabancı üslerden/ekonomik yaptırımlardan/uluslararsı tolumun canlarına saldıkları terör örgütlerinden temizlemek, mazlumları tasalluttan kurtarmak, zulüm karşısında hakkın yanında olmaktır.
Bunu, küresel Siyonizm/ABD/İsrail/Küresel Emperyalizm/Atlantik karşıtlığı, İsrail’siz bir dünya olarak somutlaştırmış ve Müslüman olsun veya olmasın her toplumla ilişkilerde bu esası ana eksen yapmışlardır.
*
Kerbela’nın İslam’a tekabül etmesinin bir anlamı ise onun izzete/şerefe tekabül etmesidir. Hüseyin/İslam, bükemediği zalim eli öpüp, ona teslim olup hiçbir şey yokmuş, her şey yolundaymış gibi yaşamayı reddederek, onunla/zalimle/zulümle/haksızlıkla mücadele etmeyi/direnmeyi/zillete boyun eğmemeyi/zulmü kabul etmemeyi tercih ederek izzeti savunurken; aksinin zillet olacağını teyit ederken; bu anlayışa karşı olanlar; teslimiyeti, düşmanla işbirlikçiliği, geçiştirmeyi, taviz vermeyi, çıkarlarının/rantlarının/makamlarının korunması karşılığında haysiyetsizce yaşamayı tercih ederler.
Bu iki anlayış; Ali ile Muaviye; Hüseyin ile Yezid şahıslarında tecessüm etmiştir. İşte direniş ruhunun kaynağı burasıdır.
Saltanata ve zulme boyun eğmeyen, herkesin ve her şeyin olması gereken yerde olmasını savunmanın, yani dinin korunmasının/adaletin/dengenin, aklın, tabiatın, fıtratın, düzenin, iyinin, mazlumun korunmasının adıdır direniş. O yüzden direniş ve Kerbela ruhu, birbirine tekabül eder. Dün Muaviye ve Yezit'ten yana olanlar; bugün Siyonizmin emir eri ve tedarikçisi olmuşken; dün Hüseyin'le birlikte olanlar, bugün İslam'ın bayrağını izzetle taşımakta, Gazze' de Kerbala'yı yaşamakta ve asla teslim olmamakatalar, diz çökmemekteler. Tarih, noktası virgülüne tekerrür ediyor. Kerbala da, Hüsyin de, Yezit de hala yaşıyor ve hala mücadele devam ediyor.
*
İslam Devrimi ve entelektüel/evrensel çağrısı, taşıdığı ışık/potansiyel/küresel mesaj/dünyaya ve insanlığa sunduğu model, yoğun fiili/askeri ve siyasi savaşlarla, ondan da ziyade küresel merkezli ve küresel ölçekli, uzun soluklu ve planlanmış algı ve manipülasyonlarla bastırılmış, İslam’ın/Devrimin Batıya ve insanlığa ulaşmaması/doğru şekilde anlaşılmaması için çok ciddi çabalar sarfedilmiş ve işin bu kısmı, küresel ve bölgesel dünya düzeninin en önemli ayağı/dizaynı olarak gerçekleştirilmiştir.
Bu bağlamda, aynı odakların, yani İslam’ın mesajını engellemek isteyen soykırım koalisyonunun/küresel hegemonyanın, İslam ve terörizmi bağdaştırmak için kurduğu/yönlendirdiği kimi yapıları İslami göstererek onlara terör eylemleri yaptırarak, onları ve bu vesileyle Müslümanları/İslam’ı ve onun peygamberini terörist olarak damgalamıştır.
Öte yandan İsrail’i/siyonizmi, masum/mağdur/demokratik/normal/meşru, soykırıma uğramış, desteklenmesi gereken bir yapı; bu algı ve paradigmaya/bu algıya karşı olanları ise Yahudi düşmanı/antisemit olarak yaftalayan bir düzenek hazırlanmış ve işletilmiştir.
İşte 7 Ekim Devrim’i, tüm bu algıları ve batı toplumlarının gözlerine/zihinlerine örtülmüş bu perdeleri parçalamış, İslam Devrimi önündeki engelleri de yıkmıştır. Küresel tezgah deşifre olmuş, İsrail’in caniliği ve yalancılığı ortaya çıkmış, maskesi düşmüş, kural tanımayan insanlık düşmanı yüzü ortaya çıkmıştır.
Sadece İsrail’İn değil; uluslararası denilen ve batının kontrolünde bulunan kurum ve kuruluşların, devlet ve örgütlerin, değer diye, hukuk diye işlettikleri tezgahın, insan hakları, özgürlük diye pazarladıkları söylemlerin ne derece aldatıcı ve yalan olduğu da ortaya çıkmıştır. Böylece, On yıllardır gizlenen ve algılarla saptırılan İslam’ın gerçek ışığı, bu küresel engeli aşmıştır. Batı’nın/küresel hegemonyanın en çok korktuğu ve beklemediği sonuç buydu.
*
İslam Devrimi ve Humeyni’nin çizgisi örtüşür. Humeyni’nin bu sözü henüz hakkıyla algılanmış ve uygulanmış değil. “İran için İslam değil; İslam için İran” sözü. Aslında bu ilke, ulus devlet yapısını yıkan evrensel bir ufka kapı açan bir yaklaşımdı. Zira küresel istikbarın ulus devlet dizaynı, kurdukları küresel hegemonyayı da sürdürmeye olanak tanıyordu. İslam ise sınır tanımayan, dizayn edilemeyen bir dindir. Bu anlayış sayesinde İslam dünyası, devlet denen hapishane sınırlarını aşarak her alanda ve bölgede, yüzyıllardır uyuduğu uykusundan uyanarak dik durmaya başlamıştır. Bugünlerde artık görmekteyiz ki bu ruh/anlayış, sadece Müslüman ülkelerdeki değil, her yerdeki sınırları yıkmayı başarmıştır.
Hamaney’in ‘7 Ekim bir ihtiyaçtı’ demesi de hem bu ufuktan izler taşıyor hem de bu ufka dahil olan bölgesel ve küresel bakış açısı ve yaklaşımını yansıtıyor. Özeti şudur: Küresel Emperyalizm/Siyonizm, İsrail merkezli bir bölge ve dünya için yaşıyorken; İslam Devrimi, İsrail’siz bir bölge ve dünya için gerçekleşmiştir. Küresel istikbarla mücadele bir ihtiyaçtır ve görevdir.
Bu bağlamda Hamaney’in Batılı protestoculara gönderdiği mektup (https://rasthaber.com/tr/haber/yazar-haberleri/imam-hamanei-den-abd-de-filistin-i-destekleyen-ogrencilere-mektup-134808 ), çağrı, mesaj; bir anlamda İslam Devrimi ve İmam Humeyni’nin evrensel devrimci ruhunun, Kerbela şuurunun ve direniş ilkesinin henüz devam ettiğini ve bu emaneti, İmam Hamaney’in de muhafaza ettiğini göstermektedir. Küresel/leşen direniş, bu aşamada çok dikkatli bakım ve desteğe muhtaç. Yönünü kaybetmemesi, çalınmaması, manipüle edilmemesi ve itibarsızlaştırılmaması için doğru şekilde muameleye ihtiyaç duymaktadır. Zira her türlü enfeksiyona açık durumdadır. Bu bağlamda direniş liderliklerinin hemen hepsinin ABD’dekiler başta olmak üzere batı ve İslam dünyası dışındaki tüm insani, vicdani ve evrensel protestoculara selam ve destek göndermeleri anlamlı ve gerekli olmakla beraber, Ümmetin tepesindeki merciinin bu mektubu ve selamlaması,bu bilinci ve eylemi tanımlaması ve isimlendirmesi (direnişin bir kolu) tüm bu çabaları pekiştiren bir zirve olmuştur.
Neticede Ali’nin peygamberden; Hüseyin’in Ali’ den aldığı bu ruh, İslam devrimi ile ümmete emanet edilmiş, her tarafta direniş yapılanmaları oluşmuş ve bu direniş yapıları, devletlerin yapamadığını yapabilir hale gelmiştir.
Yemen direnişinin, bugüne kadar hiçbir devletin/gücün vuramadığı ABD uçak gemisini 24 saat içinde iki defa vurması/vurabilmesi ve ardından yemen direniş liderinin her fırsatta bu gemiyi vurmaya devam edeceklerini açıklaması, pasiflikleri ve işbirlikçilikleri dolayısıyla devletlere olan güveni sarsmış; insanlığın, küresel emperyalizm karşısında bağımsız ve özgür olmalarının bu tarz, halkın kurtuluş mücadeleleriyle sağlanabileceğine dair fikirlerin oluşmasına neden olmuştur.
Öyle ise soru şu; batının, ‘öteki’ toplumlar için dünya düzeni/barışın gereği olarak lanse ettiği ve dayattığı katı ulusçuluk, katı sınır ve sınırlandırmalar, dikte ettirilen normlar/ulus devlet modeli, toplumun bağımsızlaşması önünde esas engel olmasın?
Ve kurtuluş yapıları/direniş yapıları/modelleri -teröre bulaşmamaya özen gösteren, hukuka saygılı- toplumlar için bir şans, kurtuluş ve bağımsızlığa ulaştıran modeller olmasın?
*
Direniş/kurtuluş yapılarının halk nezdinde sağladığı güven ve umut, kendini 7 Ekim’le başlayan ve devam eden soykırım sürecinde gösterdi ve test etti. Yaşanan her türlü ölüm şekli ve insanın dayanma sınırlarını aşan vahşi uygulamalara maruz kalan Gazze aileleri, büyüğünden çocuğuna, kadınından yaşlısına hiçbir ferdi, direnişe olan bağlılığından geri adım atmadı ve şikayetçi olmadı. Bu, muazzam bir resimdir ve büyük bir şereftir. İmanın tekamül etmiş halidir bu direnç ve adanmışlığın zirvesidir.
Direniş/kurtuluş yapılarının her alandaki başarıları ve toplumları nezdinde yükselen güvenirlikleri, körfez ülkeleri başta olmak üzere devletlerin yöneticilerini endişelendirmiştir. Zira bu başarılar, devlet denen yapılanmaların itibar ve meşruiyet kaybetmesine neden olmakta ve devlet yöneticilerinin, direniş yapılarının başarısız olması için alttan iş çevirmelerine yol açabilmektedir.
Bu bağlamda, özellikle batıda cereyan eden protestoların desteklenmesi ve korunması ile soykırım karşısında herkesin elinden gelenin sadece onda birini dahi yapmasının büyük önem arz ettiğini ve bu çabaların büyük sonuçlar doğurabildiğinin artık kanıtlanmış olduğunu müşahede etmekteyiz.
Batıda yaşanan vicdani patlama ile uyanan küresel bilincin korunması, kendi toplumumuzda da yeşermesi için İslam’ın terörle bağdaşmadığı, küresel egemenlerin İslam'ın itibarını zedelemek ve gerçek İslam'ın anlaşılmaması için küresel manipülasyonlar yaptığı, Müslümanların herhangi bir din’e ya da mensuplarına değil; tam tersine hangi dinden olursa olsun, hatta Müslüman olduğunu bile iddia etse bile her türlü zalime, haksızlığa ve zulme, baskıya, işgale, sömürüye, teröre ve insanlık vicdanı ile bağdaşmayan eylemlere, odaklara, yapılara, sistemlere, işleyişlere düşman ve karşı olduğu; antisemitist değil; anti Siyonist ve anti emperyalist olduğu, ABD ve diğer Atlantik güçlerinin kurdukları ya da yönlendirdikleri, araç ve uçaklarıyla ülke ülke dolaştırarak onlara terör eylemleri yaptırdıkları, baş kesen, sivil mekanlarda bomba patlatan, katliam yapan Müslüman görünümlü örgütlerin İslam’ı/Müslümanları temsil etmediği gibi gerçeklikler ve evrensel ve temel ilkelerin her fırsatta, her platformda, her şekilde anlatılması önem arz eder.
Öğrenciler, akademisyenler, siyasetçiler, sporcular, sanatçılar, anneler, babalar…herkes bu vicdani görevi gücü oranında gerçekleştirmeye çalışmalıdır.
Bu bilinç, İslam’a dairdir, insana ve vicdana dairdir. İyiye dairdir. ‘Bir kötülük gördüğünüzde; onu elinizle…’ diye başlayan anlayışa ve ‘kim olursa olsun zalime karşı; kim olursa olsun mazlumdan yana’ olmaya dairdir. Kerbela budur, direniş budur. İslam budur. Bu ruh, Ali’nin ve Hüseyin’in kanı ile Gazzeli çocukların, Yemenli Veysellerin, Iraklı mücahitlerin, Lübnanlı yiğitlerin, İranlı komutanların, Bosna'lı şehitlerin, Afganlı, Arakanlı şehitlerin ve daha sayamayacağımız şehitlerin kanlarının kardeşleşmesine tekabül ediyor.
Barışı, adaleti, hakkaniyeti savunmak bir görev ve erdemdir. Batıdaki öğrencilerin bu erdemi sahiplenmesi, insanlık adına sevindirici, umut verici ve vicdani bir gelişmedir. Böylece bu nesil ve aynı dinamiklerle hareket eden kitleler artık küresel direnişin bir parçası oldular ve iyilerin, mazlumların yanında yer aldılar.
Bu savaş artık küreseldir ve dünya ölçeğinde iyilerin ve kötülerin savaşıdır. İyi ve kötü net olarak ortadadır ve bu yüzden tarafsız kalma seçeneği yoktur. İyilerin yanında yer alanlara ne mutlu!
Dua ile.
0 Yorum