Duyarlı Mü’minler olarak Gazze’de süregelen İsrail vahşetinden dolayı yüreğimiz yaralıdır, içimiz kan ağlıyor. Ben de kalemimi o yaraya batırır yazarım. Daha acıklı olanı da iki milyar nüfusa ulaşan Müslüman coğrafyadan İsrail melununa geri adım attıracak kayda değer bir hareketin olmayışıdır. Bundan dolayı çaresizlik içinde sözlerim figandır. Bu durum her şeyin tadını kaçırmıştır. Onun için Ramazan-ı Şerif’in gelişi, sevinç esintisiyle değil, azarlayıcı, tedirgin edici, tatsız ve buruktur.
Recaizade Mahmut Ekrem’in şu hüzünlü şiirine kulak verelim, sanki bu Ramazan’ın gelişi için söylemiş:
Gül hazin... Sünbül perişan... Bâğzârın şevki yok..
Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok..
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok..
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok..
Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok!
İnsanın içini hüzün kaplamış, kanayan bir yarası varsa, elbette hiçbir şeyin tadı tuzu, neşesi olmaz. Bahar gelse de bahçenin, bostanın, gülün sümbülün neşesi yoktur. Güzel nağmelerle öten bülbül dertlenir, onun da neşesi, coşkunluğu olmaz. Irmağın dahi neşesi yok, başka bir halle çağlar. Hangi yönde eseceğini şaşırmış kararsız rüzgâr, ah edip inler, onun da şevki yok. Böyle bir ortamda baharın da şevki yoktur. Aynen bunun gibi Gazze, İsrail vahşeti altında yok olurken, manevi güzelliklerle dolu ibadet, rahmet ve mağfiret baharı Ramazan’ın da şevki yoktur. Enkaz yığınları arasında açlıktan ölen minik yavrular açlıktan ölürken, iftar sofralarında dizilen çeşitli yemeklerin nasıl lezzeti, tadı olacak? Her ramazanda geleneksel Ramazan şenlikleri nasıl keyif verecek? Evet, bu Ramazan’ın şevki yok.
Eskiden vicdansız bir saldırı veya orantısız bir savaş olunca ehli insaf harekete geçerdi. Cesur, duyarlı, hakperest insanlar, hatta bazı devlet büyükleri canlı kalkan olur, ne yapıp eder o saldırı önlenirdi. Şimdi yok, Gazze için sadece utanç içinde hareketsiz kalmaktan başka bir şey yapılmıyor. Sanki insaflılar da yok olup gitti.
Ramazan-ı Şerif, tarihinde hiç bu kadar buruk, üzgün bir şekilde gelmemişti. Gazze Müslümanları bebek, çocuk, kadın tüm aileleriyle topyekûn İsrail vahşetiyle yok ediliyor. Buna karşı ümmet sessiz, hareketsiz, İsrail karşısında korkak ve zelil bir duruma düşmüş. Vaktiyle atılan naralar, söylenen kahramanlıklar meğer hep içi kof yalanlarmış.
Hani Allah’tan başkasından korkulmazdı? Hani tüm silahlanmalar, askeri hazırlıklar, dosta güven, düşmanlara korku vermekti? İsrail karşısında köşe bucak saklanan, Gazzeli çocukların, annelerin arşa çıkan feryatlarına kulak tıkayan maddi-manevi Müslüman liderleri, kanaat önderleri mezar taşına dönmüş durumdalar. Sesi çıkanlar da kınamakla yetiniyorlar. Duyduğumuz kadarıyla bazı İslam ülkeleri yöneticileri, ülkelerinde Gazze'den söz etmeyi ve İsrail’i tel’in etmeyi bile yasaklamışlar. İsrail’den daha zalim bir durumu düşmüşlerdir. Bırakın İsrail’e askeri bir baskı yapmayı, Gazze’ye insani yardım bile gönderemiyorlar. İsrail belki de bizi de savaşa girmiş sayar korkusuyla veya çıkar putunun sempatisiyle İsrail’e ticari ilişkilerini dahi sürdürüyorlar.
İşte bu durumda olanların hükümran olduğu, İsrail vahşetine büyük çoğunlukla göz yumulduğu, Gazze Müslümanlarının feryatlarının duymazdan gelindiği, soykırımı durdurmak için hiçbir adım atılmadığı, İsrail’i destekleyen kâfirlerin mahkemesine ümit bağlandığı bir ortamda Ramazan-ı Şerif geldi. Şimdi bu mübarek ay nasıl bize rahmet ve mağfiret getirsin? Hangi yüzle mağfiret isteyeceğiz? Ümmetçe hiçbir şeye hakkımız yok, inanın.
İsrail vahşetinin aylardır, geceli gündüzlü ve halen kesintisiz devam ettiği, enkazlardan on binlerce şehit cenazelerinin dahi çıkarılamadığı, çocukların lanet olası İsrail’in abluka engellemesiyle açlıktan öldüğü ve bombalarla parçalandığı bir dünyada birçok Müslüman ülkenin güçlü olmasının ne önemi var?
Buruk da olsa Ramazan-ı Şerif’in bize hayır kapısı açmasını, bizi kendimize getirmesini temenni ederiz.
0 Yorum