Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim; Müslüman çocukları, ana, babasından görerek, öğrenerek Müslüman oluyor. Kâfir çocukları ise, kâfir olarak yetiştirilip, Müslümanlıktan mahrum ediliyor.
Bu konuda, Seyyit Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
“Adalet ile ihsanı karıştırmamalıdır. Allahü Teâlâ, her memlekette yetişen kulları için, adaleti fazlası ile yapmıştır. Akıl ve baliğ olmadan ölen kâfir çocuklarını Cehenneme sokmayacaktır. Akıl ve baliğ olduktan sonra, Muhammed aleyhisselamın dinini duymadan ölen kâfirlere de azap yapmayacaktır. Bunlar, İslâm dinini, Cenneti, Cehennemi işittikten sonra, merak etmez, öğrenmezse, inat edip inanmazsa, o zaman azap göreceklerdir. Akıl ve baliğ olanlar, ana babanın, muhitin yapmış oldukları eski tesirlerin altında kalmaz. Eğer kalsaydı, İslâm memleketlerinde, İslâm terbiyesi altında yetişen yüz binlerle Müslüman evladı, İslâm düşmanlarının yalanlarına, aldanmaz, dinsiz hatta din düşmanı olmazdı. Bunlar, akıl ve baliğ olduktan, hatta, hoca, hafız olduktan sonra, dinden çıkmakta, din düşmanı olmaktadırlar. Anasına, babasına, komşularına ve akrabasına, yobaz, gerici diyerek alay etmektedirler. Bu pek acı misaller, ana baba terbiyesinin tesirinin devamlı olmadığını açıkça göstermektedir. Bunun içindir ki, bugün dinden çıkmak, bütün dünyayı saran bir afet, feci bir akıntı hâlindedir. Diğer taraftan, birçok kâfirlerin, ilim, fen adamlarının Müslüman olduğunu görüyoruz. Pek az olsa da, dinini değiştirmeyenlerin bulunması, ana terbiyesinin tesirinin, bazen de devamlı olduğunu gösteriyor denirse, bir çocuğun Müslüman evladı olması, İslâm terbiyesi ile yetişmesi, Allahü Teâlâ’nın bir ihsanıdır. Kâfir çocuklarına bu ihsanı yapmıyor. Fakat, kimseye ihsan yapmaya mecbur değildir. İhsan yapmamak zulüm olmaz. Bakkaldan bir kilo pirinç alsak, tam bir kilo tartması adalettir. Noksan tartarsa zulüm olur. Biraz fazla verirse ihsan olur. Bu ihsanı istemek, kimsenin hakkı değildir. İşte, Allahü Teâlâ’nın İslâm terbiyesi ile yetiştirmesi, büyük ihsanıdır. Dilediğine ihsan eder. Kâfir çocuklarına bu ihsanı yapmaması zulüm olmaz. İhsan ettiği kimseler kâfir olursa, bunların cezası, azabı da, kat kat ziyade olacaktır.”
Allahü Teâlâ’nın nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızık, hidayet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları alabilmekte ve bazılarını da almamak suretiyle, insanlardadır.
Nahl Sûresinin otuzüçüncü Âyetinde mealen;
“Allahü Teâlâ, kullarına zulüm, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar” buyurulmuştur.
Nitekim güneş, hem çamaşır yıkayana, hem de çamaşırlara, aynı şekilde, parlamakta iken, adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyazlatır.
İnsanlara ihtiyacını söylemek
“İhtiyaçları insanlara bildirmemeli” deniyor. Bildirilmeyince ihtiyacımız nasıl karşılanır?
Burada, ihtiyaçların karşılanmasını Allahü Teâlâ’dan değil de, insanlardan beklemek kastediliyor. Yani sebebe yapışmak için, ihtiyacımızı başkasına bildirsek de, yine ona değil Allahü Teâlâ’ya güvenmek ve O’ndan beklemek gerekir.
Hadis-i Şerifte, “İnsan, ihtiyaçlarını, Allah’a havale ederse, ihtiyaçlarını [meydana getirecek sebepleri] ihsan eder” buyuruldu.
Mesela, herkesin ona merhamet ve hizmet etmesini temin eder, böylece ihtiyaçları görülmüş olur.
Başka bir Hadis-i Şerifte buyuruldu ki:
“İnsan, ümit bağladığı yere havale edilir. Eğer Allah’tan başkasına ümit bağlamazsa, Allahü Teâlâ da onun işini kendi üzerine alır, başkasına havale etmez.” [Hâkim]
Kim Allah içinse, Allah da onun içindir. Allahü Teâlâ, her işte Rıza-i İlahiyi düşüneni kendi himayesine alır. İnsanların rızasını gözetip, Rabbimizin rızasına uymayanların işini insanlara bırakır.
Yahya bin Muaz-ı Razi hazretleri buyuruyor ki:
İnsanlar seni, Allah’ı sevdiğin kadar sever. Allah’tan korktuğun kadar, senden korkarlar. Allah’a itaat ettiğin kadar, sana itaat ederler. O’na itaatin nispetinde, sana hizmet ederler. Hülasa, her işin, O’nun için olsun. Yoksa hiçbir işinin faydası olmaz. Hep kendini düşünme! Allahü Teâlâ’dan başka, kimseye güvenme.
İmam-ı Rabbani hazretleri, “Eşin, dostun gönüllerini yapmak için, kendini günaha sokmak ve ahiretin sonsuz azaplarına atılmak, aklı olanın yapacağı iş değildir” buyuruyor.
Ebu Muhammed Raşi hazretleri buyuruyor ki:
Kendin ile Allahü Teâlâ arasında en büyük perde [engel], hep kendi menfaatini düşünmek ve kendin gibi, bir acize güvenmektir. Sofilik, istediğin her yere gidebilmek ve bulutların gölgesinde rahat etmek ve herkesten hürmet görmek değildir. Her halinde Allahü Teâlâ’ya güvenmektir.
Önce Allah’a, sonra sana
Birine bir şey verirken yahut çocuğunu bırakırken, “Önce Allah’a, sonra sana emanet ediyorum” demek caizdir. “Allah’a pek güvenmiyorum, onun için sana da emanet ediyorum” anlamı çıkmaz.
Müslüman, o manada söylemez. Emanet edilecek asıl yerin, Allahü Teâlâ olduğunu bilir. Zaten bu sözüyle bunu bildiğini ve buna iman ettiğini de bildiriyor, ayrıca bu kıymetli bilgiyi karşısındakine de hatırlatıyor, yani sen de bunu unutma demeye getiriyor.
“Deveni bağla, sonra Allahü Teâlâ’ya tevekkül et” Hadis-i Şerifi, sebeplere yapıştıktan sonra, neticesini Allah’a bırakmak gerektiğini bildiriyor. Birine çocuğunu emanet etmek, deveyi bağlamak gibidir. Deveyi bağlamadan Allah’a emanet etmek, tevekküle aykırıdır.
“Önce Allah’a, sonra sana emanet ediyorum” demek, “Bunu sana emanet ediyor, Allah’a da tevekkül ediyorum” demektir. Yoksa “Allaha güvenmediğim için, sana emanet ediyorum” demek değildir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
0 Yorum