Reklam Alanı

BİR EĞİTİM ÖYKÜSÜ

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı

Anadolu’nun güzel bir ilçesinde ortaokul üçüncü sınıfında öğrenci idim. Okulumu çok seviyordum. Ailemin yaşadığı ilçede imam hatip lisesi olmadığı halde her gün bir başka ilçeye türlü zorluklara göğüs gererek gidip gelmek zorunda kaldığım halde okuluma olan sevgimden dolayı vazgeçemiyordum. Arapça gramer konularında daha önceleri babamdan dersler almış olduğumdan dolayı da derslerimde zorlanmadan başarı gösterebilmenin ayrı bir heyecanını yaşıyordum. Özellikle de meslek derslerinde ki başarım üst düzeyde idi.

Birkaç hafta Arapça derelerimizin boş geçmesinden sonra nihayet okulumuza yeni atanan bir Arapça öğretmeninin dersimize gireceğini haber aldığımda çok sevinmiştim. Ders saatini sabırsızlıkla beklemiştim. Gerçi teneffüste adamı görmüştüm ama nasıl bir öğretmen olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlarımdan çeşitli yorumlar gelmeye başlamıştı. Kimisi çok dövdüğünü, kimisi melek gibi olduğunu söylüyordu. Nihayet adam geldi. İlk gelen bütün öğretmenlerde olduğu gibi sınıfta çıt yoktu. Herkes pür dikkat hocanın ne diyeceğini merak ediyordu.

Yoklama fişini imzaladıktan ve ders defterini yazdıktan sonra ayağa kalktı ve sınıfta dolaşmaya başladı. “Yüksek İslam enstitüsü” mezunuyum dedi. Memleketini ve adını söyledi. Bu arada “çok iyi” bir Arapça öğretmeni olduğunu söyledi. Hatta bir ara “benim dersimden bir türlü kimse tam not olan On alamıyor “dedi. Bunu demekle güya derslerinde disiplinli olduğunu, detaylarıyla ders anlattığını ve hiç kimseyi derste “idare” etmeyeceğini vurgulamaya çalışmıştı. Hatta daha da ileri giderek “yani daha on alacak kişi daha dünyaya gelmedi” deme cüretini göstermişti. Bu son cümlesinden sonra hiç de bir hocaya yakıştırmadığım o konuşmanın artık bende taşkınlıklar meydana getirdiğini söyleyebilirim. Dayanamadım ve parmağımı kaldırıp söz istedim. Konuşmam konusunda işaret verdiğinde de ayağa kalkarak:

“Hocam ben sizin dersinizden On alacağım inşallah” dedim.

Adam şaşırmıştı. Bir süre bana baktıktan sonra:

“Peki, aya alamazsan?” dedi. Ben de “Hocam alamazsam bütün arkadaşlarımın huzurunda söz veriyorum ben bu okuldan giderim. Hatta bırakırım okumayı” dedim. Sonra da devam ettim            “Peki ya on alırsam siz ne yaparsınız hocam?” dediğimde sınıftan kıkırdamalar ve gülüşmeler duyuldu. Adam biraz da şaşırmıştı. Kendisini toplayarak:

“Sana güzel bir öğlen yemeği yediririm” dedi. Ben de:

“Hocam az olmuyor mu?” diye sorduğumda daha sonraları anlayacağım şu ifadeyi kullandı:

“Benim gibi bir hocadan bir öğlen yemeği az olmaz” dedi.

Birkaç hafta ders anlattıktan sonra nihayet yazılı sınavı tarihi verdi ve söylediği tarihte sınav yaptı. İddialaşmamızdan olsa gerek kitap ta ne kadar zor ve kendi tabiri ile “kıytırık” soru varsa sormuştu. Çok iyi çalıştığım için sorun olmadı. Dikkatlice cevaplarını kâğıdıma yazıp sınav kâğıdımı verdim. Hoca ya okumasını istedim. Hoca okudu ama notumu söylemedi. Gerçi yüzünün aldığı hal ve renkten sonucu tahmin edebiliyordum ama üstelemedim. Arkadaşlarım bana kızmıştı. Birçoğu:

“Hoca senin yüzünden çok zor sorular sormuş” dediler. Aslında haklıydılar. Ama artık yapacak bir şey yoktu.

Birkaç hafta sonra nihayet çare bulamayarak sonuçları okudu hoca. Bütün sınıf kendi notlarından çok benim notumu merak ediyordu.  Benim notumu sona bırakmıştı. Nihayet açıkladı. Beklediğim gibi “On” dedi. Bütün arkadaşlarım beni dakikalarca alkışladılar. O anı asla unutmuyorum. Hoca sınıfı durduramıyordu. Bir süre zor anlar yaşadı ve nihayet beni tebrik etmesini beklerken bana:

“Kopyamı çektin lan?” diye hakaretvari bir şekilde konuşmaya başladı. Bir arkadaşım dayanamayarak kalktı ve 

“Hocam arkadaşımız tam puan aldı. Şimdi siz ona ne zaman vaat ettiğiniz yemeği yedireceksiniz? Diye sordu. Bunun üzerine kaçamak cevaplar verdi ve arkadaşımı azarladı.

Günler sonra bir gün okulda beni yanına çağırıp: 

“Bugün öğlen bizim eve gidip yemek yiyeceğiz. Haberin olsun” dedi. Hani sana bir yemek borcum vardı ya” diyerek devam etti. 

Arkadaşlarım bana “hadi gene iyisin” diyerek sataşmaya başlamışlardı. Hocanın kim bilir nasıl yemekler hazırladığını söyleyip duruyorlardı. 

Aslında yemeğe gitmekten vazgeçmek de içimden geldiği halde hocanın gösterdiği tavır karşısında “mutlaka gitmeliyim, çünkü ben kazandım” diye bir kararlılık göstermeliydim.    

Öğlen vakti evine gittik. Ancak sofrada bir tarafı yanmış melemenden başka bir şey yoktu. Ve bana ısrarla sert bir şekilde “hadi ye demesi” o gün benim canımı çok sıkmıştı. Hoca kendisinden beklediğim kadirşinaslığın tam zıddı bir davranış göstermiş ve beni sınıfta söylediği “dersimden on alacak kişi dünyaya gelmedi” tavrından duyduğum şaşkınlığın birkaç misli fazlasıyla karşılaştırmıştı. Asıl mesele “melemen” yapması değil, beni küçümsemesi ve aklınca bana ders vermeye çalışmasıydı. Bu arada “Benim gibi bir hocadan bir öğlen yemeği az olmaz” derken “benim gibi bir hocadan” ile ne demek istediğini de anlamıştım. “Dünya da anne ve babalar evlatlarının başarısını, birde öğretmenler öğrencilerinin başarısını kıskanmaz” kaidesini altüst eden bu zavallı adama o gün sadece acımıştım. Bugün hâlâ böyle öğretmenler var mı bilmiyorum.

Tamamıyla bu olaydan etkilenerek o yıl o okuldan ayrıldım. 

Afiyette kalın          

                

BİR EĞİTİM ÖYKÜSÜ
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.