Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü Teâlâ, orucun sevabını bildirmedi, onu âhirete sakladı. Orada bol bol mükafat verecektir. Oruç tutmak kolay bir iş değil. Elhamdülillah, Cenab-ı Hak, oruç tutanlara rahatlığını, kolaylığını veriyor. Allahü Teâlâ nefse her türlü azabı verdiği halde, “Ben kimim, sen kimsin?” diye sorduğunda, “Ben benim, sen de sensin” dedi. Nefs ancak, aç bırakıldığı zaman pes etti. (Sen merhametlilerin en merhametlisisin, ben ise âciz kulum) demek zorunda kaldı. Çünkü açlıkla imtihan kolay değil.
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
“Ramazan-ı Şerifte, iftarı erken yapmak, sahuru geç yapmak sünnettir. Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bu iki sünneti yapmaya çok önem verirdi. İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile herşeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.”
Dine hizmet ederken en korktuğumuz şey, iş icabı elimize geçen mevkilerin ve imkânların, yanlış yolda kullanılması, bizi biz olmaktan çıkarmasıdır. O mevkiler ön plana geçtiği anda, her şey bitmiştir. Bu yolda hizmet edenler için en büyük rütbe, bu büyüklerin talebesi olmak ve hakkı bâtıldan ayırmaktır.
Talebelik, rütbelerin en üstünüdür. Bu rütbeyi atlayarak, başka bir şeref aramak kadar tehlikeli, felaket bir şey olamaz. Böyle yapan, mutlaka felakete ve zillete düşer.
Hazreti Ömer’e, Şam’a girişlerinde, “Deveye niye binmiyorsun?” dediklerinde, şöyle buyurdu:
“Biz çok aşağılık bir kavimdik. Çocuklarımızı diri diri gömerdik. Her türlü günahı, küfrü işlerdik. Allahü Teâlâ, bizi Muhammed aleyhisselamın ümmeti, eshabı yaptı. Her türlü iyiliğin zirvesine çıkardı. Kim bunun dışında başka bir yerde, izzet, şeref beklerse, Allah onu rezil eder. O kimse, zirveden aşağı yuvarlanır.”
Sakın ola ki, mevki ve rütbe düşüncesi, hiçbir Müslüman’ı sarmasın! Müslüman olarak büyük nimete, Rabbimize, hak yola kavuştuk. Allahü teâlâ haramların helâllerle, bid’atlerin sünnetlerle, hattâ küfrün imanla karıştığı bu âhir zamanda, bize sevdiği bir kulunu tanıttı. Onun vasıtasıyla da, Eshab-ı Kiramı ve diğer sevgili kullarını tanıttı. Peygamber efendimizi ve kendisini, razı olduğu doğru şekilde bize tanıttı. Başkalarının kafasındaki tanrı gibi tanıtmadı. Allahü Teâlâ’nın razı olduğu şekilde Onu tanımak, ancak bu büyükleri tanımakla olur. İşitmekle veya kendine göre söylemekle olmaz.
İhtiyaçsızlık, azgınlığa sebep olur
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Küfürden sonra en büyük felaket ve günah, kibirdir. Büyüklerimiz, “Günaha bir tevbe yeter, ibadetlere bin tevbe yetmez” buyuruyorlar. İnsan hizmet ettiğini zanneder, hezimete gider. Çünkü taatla birlikte kibir ve gurur gelip, felakete sebep olur.
Bir Hadis-i Kudside, “Azamet ve kibriya bana özeldir. Bu hususta bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım” buyuruyor. Nitekim Peygamber Efendimiz de, “Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez” buyuruyor. Bütün geçimsizliklerin, huzursuzlukların altında kibir vardır. Çünkü insanlar, nefslerine uyuyorlar. Nefs ise, Allah’a düşman ve kibirlidir. Şeytan binlerce yıl ibadet ettiği hâlde, Âdem aleyhisselama secdeyi kendine yediremeyip kibirlendiği için ebedî kovuldu.
Kibirden sonraki en büyük felaket, dünya sevgisidir. Peygamber Efendimiz, “Bütün kötülüklerin başı, dünya sevgisidir” buyuruyor. Mevki, para sevgisi, baş olmak, Âlimlik taslama, yani Allah için olmayan her şeyin sevgisi, dünya sevgisidir. Dünya sevgisiyle dolu olan kişi, daima tehlikededir.
Dünyanın bu kadar tehlikeli olmasının sebebi, insanın nefsini azdırması ve şeytanın aldatma vasıtası olmasıdır. Kur’an-ı Kerimde mealen, “İhtiyaçsızlık, azgınlığa sebep olur” buyuruluyor. Yani bir insanın maddî ve mânevî bütün ihtiyaçları karşılanırsa, hiçbir sıkıntısı, derdi, üzüntüsü olmazsa, arkasından azgınlık gelir. Onun için bazen üzüntülü, dertli, hasta olmak iyidir. Cenab-ı Hakk'ı hatırlatır. Bununla birlikte, Cenab-ı Hakk'ı hatırlamanın tek yolu, yalnız dert ve bela değildir. Dinden bahsetmek, sohbet etmek, Allahü Teâlâ’nın sevgili kullarını ziyaret etmek, onlarla beraber olmak da Allah’ı hatırlatır.
Ehl-i Sünnet itikadı ve bu büyüklerin sevgisi pırlantadır. Allahü Teâlâ bu pırlantayı çöplüğe koymaz. Kalbi çöplük olan, saman çöpü gibi olan, bu büyükleri anlayamaz. Bu faziletli cazibeye kapılamaz.
İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bir Allah adamını tanıyan, seven, yolunu takip eden, Eshab-ı Kiram gibi, büyük nimete kavuşur. Bu büyükleri inkâr etmediği, şüphe etmediği müddetçe, kurtulmama ihtimali yoktur. Bütün vaazların özü ve nasihatlerin kıymetlisi, Allah adamlarını sevmek ve onlarla birlikte bulunmaktır.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
0 Yorum