Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin güzel ve baki şöyle bir sözü vardır:
“Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.”
Ölü topraktan çeşitli canlılar yaratan, çöplüklerde bile güller bitiren Yüce Allah, şerden de hayır yaratmaya kadirdir. Lanet olasıca İsrail’in Gazze’de yaptığı vahşet, soykırım, bebek ve çocuk katliamı, bütün imanlı yürekleri dağlamış, bütün vicdanları kanatmıştır. Bununla beraber, Ahiret ve şehitlik mertebesi inancı, bu imanlı yüreklere teselli vermektedir. Katledilen Gazzeli yavrular, hadis-i şerifin bildirdiğine göre “yeşil kuşlar” tabir edilen cennet kuşları olmuşlardır. (Müslim, İmâre, 121; Ebû Dâvud, Cihad, 25.) Kendileri en yüksek düzeyde haz, keyif ve lezzet içinde olacakları gibi, cennet halkına da bunu yaşatacaklardır. Diğer masumlar ise, İslam’ın izzetine canlarını feda ettikleri için Yüce Allah onlara verdiği ebedi mükâfatla şerrin en şeririni onlar için hayra dönüştürmektedir. Bu durum, hayatta kalan yakınlarına ve diğer müminlere de “Allah var, gam yok!” tesellisini veriyor.
Yine bu şerden çıkan başka bir hayır daha var. O da Müslümanların içinde yerleşmiş kendilerini kamufle etmiş, gerçek yüzlerini tanıma imkânı bulunmayan münafıkların ifşa edilmeleri, gerçek yüzlerinin ortaya çıkmasıdır. Evet, bu İsrail şerri, münafıkların, yalancıların, sahtekârların maskelerini düşürmüş, gerçek kimliklerini tanımayı sağlamıştır.
Malumunuz münafıklar da eski çağlardan farklı olarak ileri düzeyde bir münafıklık geliştirmişlerdi. İslam toplumu, sinir uçlarına hükmeden, en mahrem bilgilerini ele geçiren ve hiç şüphe uyandırmadan asli unsur zannedilecek kadar kamufle olan gelişmiş bir münafıklık sistemiyle karşı karşıya kalmıştı. Ama artık münafıklar ifşa olmuştur.
Münafıklık, inançtaki sahtekârlıktır. İnsanlık içinde en haysiyetsiz olan kimselerdir. Aslında müminlere zarar verdikleri gibi, bir ideali, bir hedefi olan kâfirlere de fayda sağlamazlar. Onların tanrısı menfaatleridir. Tek hedefleri, kendi dünyevi çıkarlarını gözetmektir. Hem Muhammed’e (ASV) tabi olduklarını söyler ve öyle görünürler hem de Ebu Cehil'le birlikte hareket ederler. Kur’an-ı Kerim, “İman edenlerle karşılaşınca “inandık” derler, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise “Biz sizinleyiz, biz yalnızca alay etmekteyiz” derler.” (Bakara, 14.) ayetinde onların bu özelliğine dikkat çekmektedir. Hasan Tahsin, gerçek adıyla Osman Nevres’in,
“Nice riyakâr var ki veli görünür
İbni Mülcem iken, Ali görünür.” beyti, münafıkların aldatıcı gösterişlerinde gösterdikleri performansı çok iyi ifade etmektedir.
Münafıkların tutum ve davranışları hak bir amaca dayanmaz, yaptıkları sadece gösteriştir, içi kof, samimiyetten yoksun bir göz boyamadan ibarettir. Münafıkların bu eylemine “riyâ” denir. Bunu yapana da “riyakâr” veya “mürâî” adı verilmiştir. Münafıklara mahsus bu riyâ işi, ne yazık ki gerçekte münafık olmayan bazı ahmaklara da cazip gelir, onlar da bu şova katılırlar. Bu itibarla İslam âlimleri, “Her münafık riyakârdır ama her riyakâr münafık değildir.” şeklinde bir genelleme yapmışlardır.
Bakara sûresi 204. âyeti, bunları târif ediyor: “İnsanlardan öylesi vardır ki, onun dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider. O, kalbinde olmayana Allah’ı şahit tutar. Oysaki düşmanların en amansızıdır. Dönüp gitti mi yeryüzünde fesat çıkarmaya, ekini ve nesilleri helâk etmeye koşar.”
Toplumumuzda münafıkları tarif etmek için, “ikiyüzlü”, “içi başka dışı başka”, “ikili oynamak” şeklindeki deyimlerin yanında bir de “kurtla yemek, çobanla ağlamak” tabiri meşhurdur. Çobanla dost görünür, ancak koyunların boğazlanmasında çobana görünmeden kurta yardım eder, onunla birlikte yer ama çobanla birlikte de ağlar.
İsrail vahşetinde “kurta yol veren, çobanla da ağlayan köpek” türünden, çıkarlarından ödün vermeyerek İsrail’den yana olan ama Müslümanlarla birlikte ağlayan münafıkları da tanımış olduk.
0 Yorum