Yahudilerin, köşe bucak ellerinden kaçtığı bir ümmetten, Yahudilerden korkup köşe bucak kaçan bir ümmet olduk. Bize ne oldu, niçin bu hale düştük diye derin derin düşünmeliyiz.
Vaktiyle Hz. Peygamber (ASV) Medine’ye hicret edince orada yerleşik bulunan Araplar ve üç Yahudi kabilesiyle (Ben-i Kaynuka, Ben-i Nadir ve Ben-i Kurayza) “Medine Vesikası” denilen barış içinde birlikte yaşama sözleşmesi yapmıştı. Buna sadık kaldıkları sürece Müslümanlarla eşit haklara sahip olacaklardı. Ancak Yahudilerin içindeki fitne ateşi ve gizledikleri düşmanlık kini nedeniyle rahat durmadılar. Daha bir yıl dolmadan sözleşmeye aykırı tutum ve davranışlar içine girdiler. Müslümanların Bedir gazvesindeki başarısından rahatsız olan Yahudiler, taşkınlık ve gerginlik çıkarmaya başladılar. Beni Kaynuka çarşısında Müslüman bir kadının taciz edilmesi bardağı taşırmış oldu. Onlara hadlerini bildirmek üzere Peygamberimiz (ASV) Beni Kaynuka mahallesini kuşattı ve on beş gün sonra hepsini esir olarak teslim aldı. Tamamının Medine’den sürülmelerini emretti. Onlar da her şeylerini bırakıp ayrıldılar ve Suriye tarafında Ezriat’a yerleştiler.
Beni Nadir en kalabalık Yahudi kabilesiydi. Beni Kaynuka’nın sürülmesine öfkelendiler, onlardan olan Şair Kâ’b bin Eşref sürekli Peygamberimizi hicveden, hakaret eden şiirler söyleyip yayıyordu. Onun öldürülmesi beni Nadirlileri daha da kızdırdı. Bir diyet meselesi için mahallelerine giden Resulullah (ASV)’ı öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine onlar da on beş günlük kuşatmadan sonra teslim olmak zorunda kaldılar ve Medine’den sürüldüler. Onlar da Medine’den ayrılarak Hayber’e sığındılar, oradaki Yahudilerin yanına yerleştiler.
Diğer Yahudi kabilesi olan Beni Kurayza ise, Peygamberimizle yaptıkları anlaşmaya kalleşlik ederek birçok müşrik hiziplerle gizlice anlaşma ve planlarla Hendek gazvesini organize ettiler. Gazvede müşrik gruplar bertaraf edilerek kaçışıp gittikten sonra Peygamberimiz (ASV) Beni Kurayza’yı kuşatma altına aldı. Ve bütün savaşçı erkeler ölüm cezasına çarptırılarak infaz edilmişlerdir.
Daha sonra Hayber Yahudileri ve oraya yerleşen Beni Nadir Yahudileri ticaret kervanları için tehdit oluşturmaya başladılar. Ayrıca müşriklerle birlikte kalabalık bir ordu hazırlayarak Müslümanların üzerine yürüyecekleri haberi Peygamberimize ulaştı. Bunun üzerine Peygamberimiz Hayber’i güler süren kuşatmadan sonra fethetti. Herkes ölüm cezasına çarptırılacağını beklerken Peygamberimiz onların canını bağışlayarak çıkıp gitmelerine müsaade etti. Hayber’den ayrılan Yahudiler, Filistin’in Eriha şehrine gidip yerleştiler.
Kısaca özetini verdiğimiz bu tarihi olaylarda Müslümanların sayılarının azlığına rağmen ne kadar aziz, heybetli, hükümran oldukları, açıkça görülmektedir. Yahudi ve müşriklerden oluşan 20 bin savaşçıya karşılık Müslüman ordusu 1200 piyade ve üç yüz atlıdan oluşuyordu. Oysa bugün 2 milyar Müslüman âlemi, 12 milyon Yahudi karşısında donup kalmış Gazze’de kardeşlerinin topyekûn öldürülmesini seyretmektedir. Bu nasıl bir zillettir yâ Rabbi!
Arif Nihat Asya'nın:
"Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi." dizelerindeki aziz ümmet çok öncede kaldı, şimdi İsrail’in elinde zelil bir duruma düştü. Aziz ümmet bu duruma düşmemeliydi. Boynunu bükmüş, zilleti kabullenmiş ihtilaf içindeki çoğunluğa inat İslam’ın izzetini Gazzeli Müslümanlar koruyor. "Allah'a kurban olayım"ı yalandan söyleyenlere karşı, bebeğinden yaşlısına herkes yiğitçe kendilerini gerçek manada İslam’ın izzetine kurban etmişlerdir. İşte asıl kazananlar bunlardır.
Ne kadar ağlasak azdır..
Ne kadar utansak yeridir..
Ne kadar dövünsek de İsrail vahşetinde sahipsiz bıraktığımız çocuklardan dolayı affedilmeyeceğiz.
Boykotu bile yeterli düzeyde yapamadık, İsrail’le ticareti durduramadık. Demokratik eylemlerden öteye geçemedik, onu dahi yeterince düzenleyemedik. İçimizde çokları da hiçbir şey yapmamalarına rağmen ırkçılıklarının hayali kuruntularından vazgeçemediler. Gazzeli Müslümanlar hedef gözetilmeksizin bebek, çocuk, kadın, yaşlı topyekûn aralıksız şekilde bombalarla parçalanırken birçoğumuz işin magazin tarafıyla ilgilendik, bununla da bir şeyler yaptığımızı zannettik. Ümmet olarak yetki verdiklerimize İsrail’i birazcık duraklatacak kayda değer kaliteli bir adım atmaya zorlayamadık. On bin küsur bebek ve çocuk olmak üzere 23 bin şehit ve enkazlarda kayıp on bin masum Müslüman karşısında hiçbir şey yapmamanın zilleti ve boyun büküklüğü halindeyken hakkımız olmayarak, sanki çok şey yapmışız da zafer kazanmışız edasıyla Tevhid bayrakları açtık, laiklerin tacizine uğradık.
Aziz ümmet durumundan tam tersi zelil bir hale dönüştük. Yahudi acımasızca işgal edip vurdukça, İslam’ın haremgahında izzetine bastıkça yine de çoğunluğun burnu yanmıyor, her bir grup ayrı bir şekilde İsrail'den kaçmaya, onunla arasını bozmamaya çalışıyor. Gazzeyi yok etti, Beyrut’u Suriye’yi vuruyor. Sıranın Urfa gibi şehirlere de geleceğini dillendiriyor ama yine ümmet duyarsız, tepkisiz.
“Ey Âlem-i İslam, uyan, Kur’an’a sarıl! İslamiyete maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol!” İslam’ın mensuplarına, Muhammed (ASV)’ın ümmetine zelillik asla yakışmaz. Bugün göründüğümüz biz, biz değiliz. Silkinelim, kendimize gelelim. Gazzedeki miniklerden cesaret dersi alalım. Unutmayalım ki korku her zaman maddi ve manevi kaybettirir, cesaret, şecaat ise kazandırır.
0 Yorum