Medeniyet mefhumu hiç kuşkusuz son yıllarda üzerinde en çok konuşulan mevzulardan birisi olma özelliği ile popüler bir kavram. Medeniyet iddiası, şehir ve medeniyet, medeniyet inşası, medeniyetin ihyası, batı medeniyeti- doğu medeniyeti, yeni bir medeniyet dili oluşturmak gibi birçok başlık altında gündemde yer alması çoklukla karşılaştığımız bir durum. Gelin görün ki medeniyetin çokça konuşulduğu ancak hayatın içinde çok da yer bulamadığı bir durumu yaşıyoruz. Yapıp ettiklerimizle söylediklerimiz arasında bir uçurum var. Medeniyeti konuşuyoruz ancak uygulamalarımız medeniyetin tam tersi istikamette. Ve bu ters istikametin karşımıza çıkarmış olduğu sorunlara çözüm noktasında; konuştuğumuz medeniyet bize ne söylüyor, yaşamış olduğumuz hayata dair ne teklif ediyor, sorusunu soramıyoruz ya da sorsak bile bu noktada sahih cevaplar veremiyoruz. Evet, yazımıza böyle bir girizgâhla başlamamızın sebebi bu yazımızı tam da bu noktada; medeniyet bahsinde, bir “Teklif” olarak “Temeddün” başlığı ile çıkan Teklif Dergisinin 12. sayısına ayırmak isteğimizdendir. İsterseniz sözü fazla uzatmadan, köşemizin el verdiği ölçüde bir özetle, Teklif Dergisinden seçtiğimiz alıntılara bırakırken, ilgilisini tam da yaşamış olduğumuz süreçte “Temeddün” üzerine düşünmeye davet edelim.
“Gazze' de yaşananlar temeddün meselesinden bağımsız anlaşılabilir mi? Bir milleti yıllarca kendi yurdunda açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkûm eden işgalci bir “devlet"in(!) medenî olduğundan söz edilebilir mi? Savaş hukukunu çiğneyerek yaralıları ve esirleri infaz etmeyi emreden bir "bakan" hangi medeniyetin siyasetini gütmektedir? Bir soykırıma göz yumduklarını bile bile işgale destek veren ülkelerin, medeniyetin geldiği son noktayı temsil ettikleri iddia edilebilir mi? Kuşatma altında işgali ve katliamı bekleyenlerle, kuşatanlar aynı toprakta yaşıyor gibi görünseler de aynı medeniyetin zamanında yaşadıkları söylenebilir mi?
Teklif, varoluşumuza temel teşkil eden temalarla ilgili sorgulama sürecini bu kez temeddün temasıyla sürdürüyor…” (Giriş Yazısı, Yayın Kurulu)
****
"Temeddün; ferdin, "Nereden geldim, neredeyim, nereye gidiyorum ve dünyadaki rolüm nedir?" sorularına verdiği cevaptan doğan ve içinde yaşadığımız dünyayı imar etme yönünde bir iradeye dönüşünce; aile, toplum, siyaset, sanat, şehir, din gibi alanlarda somut olarak tezahür eden inançlar ve yaşantılar düzenine ad oluyor. Bu düzenin esasında istisnasız her zaman tedeyyün bulunuyor... Dolayısıyla her türden temeddün sürecinin daima bir tedeyyün çizgisi mevzu bahis..." (İbrahim Halil Üçer)
****
"Beşer olmaklık'tan insan olmaklık'a geçişin ideal sıfır-noktası temeddündür... Temeddün, "akılla üretilen bilgi ile değerin inşa ettiği bir dünya içinde insanın hem fert hem de tür olarak kendini gerçekleştirmesi" şeklinde tanımlanabilir...
Her temeddün hareketinin en nihai amacı, insanın hem fert hem de tür olarak kendini gerçekleştirmesi ve dikey olarak kemâle ermesi için bir vasat oluşturmaksa; söz konusu vasatın, en asgari düzeyde iki tür koruma sağlaması gerekir: Birincisi, beşeri tarafın korunması ve sürdürülmesi; ikincisi ise insani tarafın…" (İhsan Fazlıoğlu)
****
"Medeniyetin her halükarda kurumsal bir boyutu var ve bunu kaçırmamamız gerekiyor. Kurumsallık olmadan olmaz. Ekonomi sisteminiz olacak, bir eğitim sisteminiz olacak, bilim sisteminiz olacak, bir hukukunuz olacak; o noktada bir şüphe yok. Bunlar olmadan zaten varlığınızı sürdüremiyorsunuz. Burada önemli olan, tüm o kurumların ilkelerinin ne olacağı bu ilkelerin hangi amaçla irtibatlandırılacağı ve hangi ilkeden hareketle hangi amaca matuf olarak tüm bu kurumsal faaliyetin işleyeceğini bizim yeniden düşünmemiz lazım. Temeddün ile alakalı esas meselenin özünde bu var. Şu anda karşı karşıya kaldığımız sorun bu: İlke ve gaye arasındaki irtibatı yeniden düşünmek." (Tahsin Görgün)
****
"Her büyük temeddün hareketi; mensupları tarafından en azından bir araya gelmeyi mümkün kılacak ölçüde paylaşılan bir ana fikir ve değerler kümesini gerektirir...
Olumlu veya olumsuz metafiziğe sahip olmayan bir temeddün, imkânsız olduğu gibi olumlu veya olumsuz bir ahlaki bilince sahip olmayan bir temeddün de imkânsızdır..." (Ömer Türker)
****
"İslam-o-fobi veya İslam korkusu temeddün meselesinin merkezinde yer alan son derece önemli bir ruh halidir... Bu korkunun nesnesinin ne olduğu ve bu nesnenin nasıl bir fikri ve tarihi bağlamda kurulduğu önemli bir tartışma konusudur... Anılan duygunun sadece korkuyu içermeyip aynı zamanda bir tür öfkeyi de içinde barındırdığını düşündüğümüzü söylemek istiyoruz...
Sorunlara bir çözüm üretebilmesi öncelikle çağdaş medeniyetin İslam'dan korkusundan aşılabilmesini gerektirmektedir. Bu korkunun aşılabilmesi bir yanıyla çağdaş fikriyatın metafiziğin elenmesi projesinin geçerliliğini sorgulamasını içermektedir. Bireyi, birey olabilmeyi, bireyin sahnenin hakikatine ulaşabilme imkânını dışlayan, insanın kendisine, içinde kendisini bulduğu farklı faaliyetlerde nesnel ahlâki sınırlar getirmesine imkân tanımayan bir ontolojik kurgunun hem İslam korkusunun hem de yukarıda sayılan pek çok sorunun kökeninde yer aldığı iddia edilebilir.
Bu korkunun aşılabilmesi, bir diğer yanıyla da İslam akaidine dayalı fikriyatın insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunlara karşı samimi ve derinlikli bir cevap üretmek üzere gayret etmesini gerektirmektedir. Bilhassa ve ötekileştirme ve ikincilleştirme pratiklerin önlenmesi hususunda İslam fikriyatının yeni ve cesur açılımlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bu noktada tartışma İslami akaidi esas alan bir "özne"nin/"fail"in nasıl olup da kurulabileceği sorusuna kaymaktadır." (Ayhan Çitil)
****
"Medeniyet, yani insanî yaşamın maddî ve manevî cihetlerini telif eden küllî tarihsel varoluş, ancak tek tek her Müslümanın şahitlik mükellefiyetini göz önünde bulundurarak yapıp etmesi ve bu yapıp etmeleri üzerinde tefekkürleri sayesinde hayatiyet kazanmıştır. Bu minvalde denilebilir ki: Müslüman iradesi, muhatap olduğu teklife hakkaniyetle özen gösterdiğinde ve gerçekliği her seviyede bu teklife nispetle kavradığında ortaya çıkacak şahitlik, her ne şekilde ortaya çıkacaksa, Müslümanca bir hayatın küllî biçimini verecektir. Bu küllî biçimde tezahür etmesi beklenen unsurlar, şahitlik mükellefiyetinin hem bir uzantısı hem de bir gereğidir" (İbrahim Halil Üçer)
0 Yorum