Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
* Bir insan bir mümine çatık kaşla baksa kul hakkı olur. Gıybet etse, kalbini kırsa falan değil, çatık kaşla baksa. O yüzden Müslüman olarak birbirimizi sevmek mecburiyetindeyiz. Hepimiz büyük nimet içerisindeyiz. Hepimiz seçilmişiz. Allahü Teâlâ, malı, rütbeyi isteyene verir, fakat imanı, Ehli Sünnet itikadını istediğine verir. İman nimetinin şükrünü eda edebilmek için, birbirimizi sevmemiz şarttır.
Ehli Sünnet Âlimleri, “Allahü Teâlâ’ya şükretmek için birbirinizi sevin” buyuruyorlar. Eğer birbirimizi çok seversek, çok faydaları var. Birincisi, Allahü Teâlâ’ya şükretmiş oluyoruz. Çünkü Allahü Teâlâ verdiği nimetinin şükrünü istiyor. Onun şükrü de müminlerin birbirini sevmesidir. İkinci faydası, dünyada kim kimi severse ahirette beraber olacaktır. Üçüncüsü, birbirini Allah için sevenler, ahirette herkesin gıpta ettiği büyük nimetlere kavuşacak, Cenâb-ı Hakkın razı olduğu, sevdiği yerde buluşacaklardır.
* İmanı muhafaza edip, imanla ölmek için, görmemeli, işitmemeli, dili tutmalı. Ehli Sünnet itikadını öğrenip, kendi hata ve kusurlarımızı düzeltmeye, eksiklerimizi tamamlamaya çalışmalı. Dünya hayatında bir yolcuyuz. Bavulumuzu ahirette açacağız. Ona ne doldurduğumuza dikkat etmeli. Lüzumlu ve kıymetli şeyleri, gittiğimiz yerde geçerli şeyleri seçmeli. Onun bunun eşyasını da kendi bavulumuza koymayalım.
* Dünyada insanlar karışıktır. Müslümanlarla, kâfirler karışıktır. Allahü Teâlâ Müslümanlara imanlarının karşılığı olarak, bu dünyada hemen nimetler vermiyor. Öyle olsaydı, kâfirler demek ki Müslüman olmak iyi bir şey derler, hemen iman ederlerdi; fakat gördüklerine iman etmiş olurlardı. Halbuki iman gaybidir, Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine iman etmek lazımdır.
* İman çok mühim ve hassastır, ya vardır ya da yoktur, ortası olmaz. Bir kimse Peygamber Efendimizin getirdiği her şeye inansa, bir mevzuda acaba öyle mi-böyle mi dese, tereddüt etse veya bir meseleyi beğenmese, Allah korusun küfre girer.
* Birlik beraberlikte bereket, rahmet, ayrılıkta felaket, Azab-ı İlahi vardır. Birbirinizi sevin.
* Dünya firak yeridir.
* Dünya hırsı, para ve şöhret, iki aç kurdun zararından daha zararlıdır.
* İyiler, iyilikleri de bir heybeye doldurup beraberlerinde alıp gittiler. Gittiler iyilikleri de götürdüler.
* Büyüklerin yolunun esası edeptir. Yaptıklarınız çok iyi şeyler, faydalı ve iyi işler olabilir; fakat bunlar edeple birleşmeyince bir işe yaramaz.
* Pehlivan, hasmını yenen değil, öfke anında öfkesini yenendir.
* Kim Allah içinse, Allahü Teâlâ da onun içindir. Bundan uzaklaşan sıkıntıya düşer. İstiğfar edin, mutlaka Onu affedici bulursunuz. Dua, kazayı ve belayı def eder.
* Sıkıntıyı kendine anlatan, yani şükretmeyip, sabretmeyip oflayıp puflayıp duran, Allahü Teâlâ’yı nefsine şikayet etmiş olur. Başkasına anlatan bu sefer anlattığına şikayet etmiş olur.
* Makbul insan üzüntülü, sıkıntılı olur. Bu üzüntüler, sıkıntılar onu makbul eder.
Kim sevilir, kim sevilmez?
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslüman edepli olur. Allah değil, Allahü Teâlâ der. Peygamber değil, Peygamber Efendimiz der, Sallallahü Aleyhi ve Sellem der. Kur’an değil Kur’an-ı Kerim der. Eshâb değil, Eshâb-ı Kiram der, Radıyallahü Anhüm der. Müslüman edebe riayet eder.
İmam-ı Rabbânî hazretleri evliya zatların üstünlüklerini saydıktan sonra, “Bunlar, Peygamber Efendimizin sofrasının kırıntılarıdır” buyuruyor. Mektubat-ı Rabbânî'yi okumayan, Resulullah Efendimizi, Eshâb-ı Kirâmı anlayamaz. İmanın esasını, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini öğrenmek isteyen Mektubat-ı Rabbânî'yi okumalı. Müslüman her şeyden önce Rabbinin sevdiklerini ve sevmediklerini öğrenip, buna dikkat etmelidir.
İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. İmanın bunlardan da önce gelen asıl iki şartı ise Gayba İman ve Hubb-i Fillah, Buğd-ı Fillahtır. Hubb-i Fillah; müminleri, Ehl-i Sünnet yolunda olanları, Allahü Teâlâ’nın dinine hizmet edenleri sevmektir. Buğd-ı Fillah, Allahü Teâlâ’nın düşmanlarını sevmemektir.
Kâfirleri ve Ehl-i Sünnetten ayrılan 72 bid’at fırkasında olanları, Allahü Teâlâ sevmez. Biz de sevmeyeceğiz. Fakat sevmek ve sevmemek, kalbde olur. Yoksa sevmemek demek, dövüşmek, kavga çıkarmak demek değildir. İslamiyet’te dövüşmek şöyle dursun, münakaşa etmek bile yoktur. Dostla münakaşa, dostluğu azaltır. Düşmanla münakaşa düşmanlığı arttırır. Münakaşa etmek yasakken, kötü söz söylemek, bedenle dövüşmek hiç olamaz. En büyük günah kalb kırmaktır. Kâfirin dahi kalbini kırmamalı. Güzellikle Emr-i Maruf yapmalı.
Peygamber Efendimiz, bir gün Eshab-ı Kiramla birlikte otururken “Şimdi içeriye bir Allah düşmanı girecek” buyurdu. Biraz sonra kapı çaldı. Peygamber Efendimiz, kendi kalkarak kapıyı açtı. Gelen kimse çok tanınan, hurma bahçeleri olan bir zattı. Peygamber Efendimiz, bu zatla çok yakından ilgilenerek sohbet etti. Daha sonra da kapıya kadar uğurladı. Hazreti Ömer merakla, “Yâ Resulallah, gelecek dediğiniz Allah düşmanı kim? Daha gelmedi mi?” diye sorunca Peygamber efendimiz, “O Allah düşmanı, biraz önce konuştuğum kişiydi. Ben onu idare ettim. Bana bir düşmanlık yapamazdı, ama yanında birçok Müslüman çalışıyor. İntikamını onlardan almaya kalkardı” buyurdu. Bunun için bizler de Allah düşmanlarını idare etmeliyiz. Fakat dostlara karşı mert olmalıyız.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
0 Yorum