“Dedi ki; sen şairsin elindeki bu taş ne?
Dedim ki; şair aşka boyun eğer, zulme değil!”
Gazze’de çocuklar ölmeye devam ediyor, Gazze’de acılar dinmiyor. Bizim bakmaya, izlemeye bile tahammül edemediğimiz acıları orada anneler, bebekler yaşamaya devam ediyor. Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Elimizden gelen ne acı ki sadece üzülmek, sadece dua etmek, sadece yazmak, sadece konuşmak… Bu kadar çaresizlik içinde yapabildiğimiz tek şeyi; oradakilerin acılarını hissetmek gibi insani tek özelliğimizi de elimizden almak istiyorlar. Yazmakla bir şey olmaz, sloganla bir şey olmaz, kınamakla bir şey olmaz. Evet, olmaz da başka bir şey gelmiyorsa elimizden, onları anlamak, onların acısını hissetmek onlara üzülmek onlar için gözyaşı dökmek… Niye ya! Niye bu kadar rahatsız ediyor birilerini bu durum hem de içimizden birilerini. Hadi Filistin’e karşı olanları anlıyoruz, bugün her yanıyla siyasi siyonizmin yanında olanları, bebeklerin üzerine bombalar yağdırdıktan sonra eğlenecek kadar alçak olanları, ruhunu kaybetmiş, kalbini taşa çevirmiş olan insan müsveddelerini anlıyoruz da bizim içimizden siyonizme karşı cılız da olsa gösterilen tepkilere karşı çıkılmasını anlamak mümkün değil. Tamam, siz kınamayın, siz bağırmayın, siz yürümeyin, siz konuşmayın… En azından tepki gösterenlere habire laf sokmaktan vazgeçin. Sanırsınız onlar bu tavırlarıyla İsrail’in bombalarını durduruyorlar, çocukların ölümlerini engelliyorlar. Evet, ne diyoruz; konuş, yaz, dua et, sus ağla, yürü, slogan at, telin et, bağır… Elinden ne geliyorsa onu yap. Hiçbir şey yapmıyorsan sus. Ama iki de bir de bunlarla olmaz diyerek bunları yapanları kınamaktan vaz geç be Allah aşkına. Herkes bulunduğu yerde bulunduğu konumda elinden geleni yapmak durumunda; biz bunu yapıyor muyuz yapmıyor muyuz, tüm mesele bu…
Yazıya belki de ilk bakışta başlıktan bağımsız gibi görünen böyle bir girizgâhla başlamamın sebebi; tam da içinden geçtiğimiz günlerde, karşı karşıya kalmış olduğum duruma dair bir dertleşme isteğidir. Sosyal medyadan takip edenler bilecektir, genelde okumalarıma ve yazılarıma dair paylaşımlar yaparım. Edebiyat, felsefe, kültür ve sanat bu bağlamda benim açımdan; hem insan için hem de toplum için hayat memat bir mesele. Ama öyle bir algı var ki sanki bunlarla uğraşmak, insani olana sırt çevirmek olarak anlaşılıyor. Hâlbuki insanın tüm bu alanlardaki uğraşısında amaç, esasen insan olduğu içindir, insan kalabilmek içindir, insanla olabilmek içindir.
Sanat da edebiyat da felsefe de psikoloji de tam da insan için, insan merkezli olmalı değil mi? Onun için edebi yâd etmeyen, bir duruş ortaya koyamayan, yaşamın içinde karşılaştığı durumda insanca bir duy/gusal yaklaşımı sergileyemeyen edebiyatın; toplumdan bihaber, toplumun yaşadığı acılara fildişi kulelerden bakan bakış acısı bir sosyolojinin, hikmetten ve insandan uzak bir felsefenin, insanın acılarını anlamayan bir psikolojinin, yüce duygularda birleşemeyen bir sanatın kime ne faydası olacak?
Edebiyat niçin var, sanat, düşünce fikir neye hizmet eder, edebiyatçı, sanatçı, yazar, şair, sosyolog, filozof neyi amaçlar? Mesele esasen burada düğümleniyor. Buyurun o zaman yüreğe dokunan bir psikolog olan Gökhan Ergür’den tam da bu günlerde Gazze’deki olaylara bakışa dair bir alıntıyla derdimize derman arayalım. “Niçin sanatla uğraşırız? Anlatmak ve anlaşılmak için. Dünyanın bizim üzerimizdeki o büyük tesirini ötekilere gösterebilmek için. Bu tesir her zaman bireysel deneyimlerle olmaz, bazen büyük savaşlarla, afetlerle, soykırımlarla gerçekleşir. Sanatçı, vatandaşı ya da parçası olduğu dünya üzerindeki eylemleri, zulümleri, acıları görür ve bunları kendince yorumlayarak dünyaya bir cevap verir. Sanatçı dünyaya cevap vermelidir. Çünkü dünyaya cevap vermek farklı diller ve yorumlarla karşı çıkmak, efendilere bıçak çekmek, kavganın tam ortasına dalmak zorundadır… Hepimiz bulunduğumuz yerde, yaptığımız işlerde, muhatap olduğumuz kişilere bir şekilde bu soykırımı, bombalanan hastaneleri, poşetlere doldurulan bebek cesetlerini anlatmak, hatırlatmak ve tepki koymak zorundayız. Utanarak ve üzülerek söylüyorum ki şu anda başka yolumuz yok. Eğer bugün susarsak ömür boyunca bir daha konuşacak yüzümüz ve vicdanımız kalmayacak.” Bir de “Sanatın Seyri” insana değmeli diyen Mehmet Sabri Genç’i dinleyelim. "Edebiyat, karanlığı ilham ile aydınlığa çeviriyorsa edebiyattır. Gecenin puslu karanlığına gömülüp çıkamayan bir araç, insanı daha da köleleştireceğinden, insan nefsini daha da körleştireceğinden, edebiyattan öte insanı acılarıyla cilveleştiren bir araca dönüştürür..."
Evet, edebiyat bir ahlaki duruş içindir, halsizlikten kurtulabilmek için bir hâldir edebiyat, insanı inciten, eşrefi mahlûkata kasteden bütün yaklaşımlara karşı “edep ya Hu” diyebilme tavrıdır. Son söz: Gazze’deki çocuklara dair, o bebeklerin, acısına dair bir şey söyleyemeyen edebiyat da felsefe de psikoloji de sosyoloji de sanat da üzülerek ifade edelim ki; entelektüel artistlikten başka bir şey ifade etmeyecektir.
0 Yorum