“…Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!
...
Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?
…İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?
Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ
Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?
…
Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın”
Mehmet Akif Ersoy
Hastaneye Bomba...!!!
Sivillere bomba…
Bombalardan kaçan kadınlara ve çocuklara bomba…
Yaralı çocuklara ve kadınlara bomba…
Yaralıları hastaneye taşıyan ambulanslara, sağlık personellerine bomba…
En son yaralıların bulunduğu hastaneye bomba…
Sözün bittiği yerdeyiz…
Gazze, sözün tükendiği yer.
Gazze, çocukların en çok ölümle anıldığı şehir.
Gazze, annelerin gülmeyi unuttuğu şehir.
Gazze, gökten yağmur gibi füzelerin yağdığı şehir...
Gazze, insanın ve insanlığın ve insanlığımızın ve dünyanın utanç noktası...
Gazze, acımız, Gazze utancımız…
Gazze; dinmeyen, bitmeyen acı, çaresizliğimiz…
Bir kez daha, bir kez daha sadece utanç, koskocaman bir utanç düşüyor payımıza...
Bir kez daha söz tükeniyor, bir kez daha sessizliğin çığlığında boğuluyoruz ve biz bir kez daha sadece ve sadece utanıyoruz…
Gazze'de katliam var...
Gazze'de soykırım var...
Gazze'de vahşet var...
“Ne çok acı var.”
Ne çok acı var Allah’ım, her tarafı kanıyor Gazze’nin…
Görüntüler, görüntüler, görüntüler…
Görüntülerden geriye, bize ne mi kalıyor?
Eziliyoruz… Utanıyoruz… Kahroluyoruz…
Çocuğunu sevmekten utanır mı insan?
Dört başı mamur bir sofrada oturmaktan,
Gülmekten, konuşmaktan,
Gazze’de katliam yapılırken başka bir şeyle meşgul olmaktan,
Yaşamaktan utanır mı insan?
Utanıyoruz…
Affet bizi Gazze...
Elimizden hiçbir şey gelmiyor…
Ya Kahhar, diyoruz, başka da bir şey diyemiyoruz.
Kahrolsun İsrail, Kahrolsun Siyonizm diyoruz, başka da bir şey diyemiyoruz...
Kimsesizlerin kimsesine yöneliyoruz.
Ey çaresizlerin çaresi, aciziz, insanlığımızdan utanıyoruz,
Müslümanlığımızdan utanıyoruz...
Bakmaya, dinlemeye, bilmeye tahammül edemiyoruz, tahammül edemediklerimizi yaşayan insanlar gelince aklımıza, utanıyoruz…
Kahrolsun diyoruz, kahrolmuyor kahrolasıcalar…
Kahrolası bir ölüm makinesine dönüşüyor, kahrediyor.
Bebekleri kahrediyor, çocukları, kadınları kahrediyor.
Kahrediyor mazlumları ve kahrediyor insanlığı...
Biz bunu derken, biz bunca kahırla kahrolurken; bir de içimizdeki vicdansızlar çıkıyor karşımıza.
Hep bir “ama”larla, hep bir “iyi de”lerle, hep bir “fakat”larla konuşan ama bir türlü zalimin karşısında, mazlumun yanında olmayı beceremeyen, vicdanı sızlamayan vicdansızlar…
Ne denilebilir ki…
Tamam, senin dediğin gibi olsun be!
Sloganla olmaz, yazmakla olmaz.
Kahrolsun demekle kahrolmaz, kahrolasıcalar...
Tamam, haklısın, Filistin’e dair söylediklerimizin, yazdıklarımızın, kendimizi tatmin etmek dışında bir anlamı olmaz belki de…
Olsun be, tarafımız belli olsun en azından...
Çaresizliğimize bir tövbe olsun, sözlerimiz ve yazdıklarımız.
Duygularımız, hüznümüz, gözyaşımız olsun…
Filistin gündemimiz olsun azından…
İçimizin hissiz, duygusuz israilini yok ederek Filistin’e, Kudüs’e yer açalım en azından...
Gazze’ye; çocuklarına ve annelerine içimizde bir nefeslik alan oluşturalım en azından…
0 Yorum