Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Günler su gibi geçiyor, Ramazan ayının sonuna geldik. İnşallah hakkımızda hayırlı olur, kıymetini de bilmemiz nasib olur ve bizden razı olarak ramazana veda ederiz.
Cennette tekrar bir arada, beraber olmak müjdesi, bayram olarak bize yeter, çünkü Peygamber Efendimiz, herkesin, dünyada kimleri seviyorsa âhirette onlarla beraber olacağını bildiriyor. Gerçek beraberlik budur. Bu dünyadaki beraberlikler, ancak o müjde varsa yani o müjdeye dahil olursak kıymetlidir.
Bir gün merhum hocamıza biri geliyor, “Siz hep hocanızdan bahsediyorsunuz. Hocanız size ne öğretti de onu bu kadar seviyorsunuz?” diye soruyor. Hocamız, iki kelimeyle cevap veriyorlar, “Hocam Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, kim sevilir, kim sevilmez, bunu öğretti” buyuruyorlar. İşin temeli bu. Dinimize tam uyabilmek için, bu şarttır. İşte, bu sevginin tezahürü ile, bir arada olmak nasip oluyor, bizi bir arada tutan başka hiçbir şey yok. Burada bir şekilde, bu maksatla bir arada olduğumuz için, hep beraber, eksiksiz kıyamet gününde kurtulanlardan oluruz inşallah.
Sanki normalmiş gibi işlendiği için, günümüzde artık, günahlar, haramlar konuşulmuyor. Bid’atler ve küfür her tarafı kaplamış durumdadır. İman ve küfür meselesi var. Günahların şefaati, affı var, tevbesi var. Ama küfür ve bid’at öyle değil. Doğru yolda olduğunu zanneden bid’at ehli, bid’atini bilmediği için tevbe edemez.
Bir gün bir Bedevî, Resulullah Efendimize gelip soruyor, “Bu dini kısaca benim anlayacağım şekilde anlatır mısınız?” diyor. Cevaben, “Et-Tazimü li-Emrillah Veş-Şefekatü li-Halkıllah” diye tarif ediyorlar. Yani İslamiyet, “Allahü Teâlâ’nın emirlerine kıymet vermek, hürmet etmek, O’nun yarattığı kullarına şefkat etmek” demektir. Köylü de, çok güzel deyip Müslüman oluyor. Âlimler diyorlar ki, Resulullah, Allahü Teâlâ’nın emirlerine kıymet vermek, hürmet etmek değil de, uymak deseydi, hepsine uymak mânâsı olurdu, kimse altından kalkamazdı. Kıymet verip, hürmet edilirse, yapamadıklarımız affa, şefaate uğrayabilir. İşin esası da bu zaten. İnsan, benim bir günahım var, çok üzülüyorum, tevbe ediyorum, Allah’a yalvarıyorum dese, hatasını bilir, onun günah olduğunu bilir, bir emrin emir olduğunu bilir, hiç değilse ona hürmet eder, yapmaya da gayret eder. Şimdi öyle değil. Kimse, acaba bu Allahü Teâlâ’nın emri miydi, değil miydi, yasak mıydı diye düşünmüyor. Kimsenin umurunda değil. Bu çok kötü bir durum.
Türkiye’de ve dünyada, bir fitne fırtınası esiyor. Buna rağmen, elhamdülillah, çok büyük bir muhafaza altındayız. Bu nimetin büyüklüğünün tarifi mümkün değil.
Soracak yerin olması büyük nimettir
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allahü Teâlâ birlik ve beraberlikten hiçbirimizi ayırmasın. Birlikte rahmet, ayrılıkta Azab-ı İlahi vardır. İlla aynı odada, aynı masanın başında bulunmak şart değil, kalben beraber olmak kâfidir. Ayrıyken de, birbirimizi düşünmemiz, birbirimize dua etmemiz, bir sıkıntımız olduğu zaman yardımımıza koşmamız şarttır. Beraber olmanın o kadar çok faydaları var ki, insanın başı sıkıştığı zaman yardım isteyeceği, soru soracağı, dertleşeceği, istifade edeceği arkadaşının, dostunun olması, çok büyük nimettir.
Bir adamcağız, evinden çıkar, her gün, mahallede ilk karşılaştığına, “Evladım cami nerede?” diye sorarmış. En sonunda mahalleden birkaç kişi bunun önünü keser. “Amca, sen bize her gün camiyi soruyorsun ama sen burada oturuyorsun, cami de orada. Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” derler. Hayır der, “Ben caminin orada olduğunu biliyorum, ama size her sorduğumda nefsim biraz daha eziliyor. Nefsim kırılsın, ezilsin diye, kendi bilgimle değil de, danışarak hareket etmek için size soruyorum.” İşte beraber olmanın bir faydası da bu.
Elhamdülillah sahipsiz değiliz. Sohbet etmeye giden bir talebesi, merhum hocamıza, “Efendim, orada ne anlatayım?” diye sormuşlar. “Kardeşim, oradakilere Cenab-ı Hak ne duyurmak istiyorsa, onların neye ihtiyacı varsa, size onu söyletir” buyurmuşlar. Büyüklerimiz bir an bizi bırakmıyorlar. Rüyada, uyanıkken, yerken, içerken, işlerimizle ilgili konuşurken, karar verirken hiç sahipsiz bırakmıyorlar. Bunu her gün yaşıyoruz, her an hissediyoruz.
Dünyada Cennet hayatı yaşıyoruz. Sıkıntılar, dertler de var. Ama nasıl muhasebede bilançolar yapılıyor, artılar bir tarafta, eksiler bir tarafta, işte bunun gibi, biz de kavuştuğumuz nimetleri kefenin sağ tarafına, dertleri de sol tarafına koysak, sağ taraf elbette ağır basar. Bu nimetlerin yanında dertlerin lafı bile olmaz...
Dinimizde niyetin önemi büyüktür. Bir padişah, savaşa giderken, muazzam bir ordu hazırlar. Bir tepenin üzerine çıkar, atıyla aşağıya, ordunun olduğu vadiye bakar. “Yâ Rabbî, bu ordumla beraber Peygamber Efendimizin zamanında yaşasaydım da, ben de gazalara katılsaydım” diye içinden geçirir... Aradan zaman geçer, padişah vefat eder. Kıyamet günü hesap defteri açılır. Sadece bu niyetinin hürmetine Allahü Teâlâ onu affedip Cennet’e gönderir.
Bu mübarek günlerde birbirimize çok dua edelim. Buna mecburuz, mahkûmuz. Sonra fırsat elden kaçar, Allah korusun. Ramazan-ı Şerifimiz ve bayramımız mübarek olsun, Allahü Teâlâ tuttuğumuz oruçları kabul eylesin!
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
0 Yorum