“İnsan konuştuğu sözün arkasına bütün bir hayatının anlamını yerleştiremediği
sürece bir ifadeyi diğerinden nasıl daha fazla ciddiye alabiliriz?
Konuşucu ile konuşucunun sözleri arasındaki kopma, kesin bir kopuştur.
Eğer bir kişi sözünün arkasında değilse, sözü yalnızca gürültüdür…”
(Jacgues Ellul; Sözün düşüşü)
S/öz; varlığın kaynağı, varlığın yani var olmanın, varlık tasavvurunun tezahürü, olmanın ya da olmamışlığın işareti. İnsanın kendini ifadesi sözle başlar, insanın insanla teması, ünsiyeti sözle başlar. Sözün özle ilişkisi bu yüzden önemlidir. Zira sözün özle ilişkisidir, insanı bir varlık olarak varoluşa ulaştıracak olan. Evet, söze varoluşsal bir anlam yüklüyoruz. Sözün düşüşünü çağın bir meselesi olarak görüyoruz.
İnsanoğlu varlığın sorumluluğuna, varlığın ölümlülüğüne, varlığın kötülüğüne yani varlığın fenalığına ve faniliğine s/özle karşı koyabilir ancak. Ölümü yenmek, ölmeye direnebilmek sözle olmakla mümkün olabilecektir. İnsan sözüyle ya olacak ya ölecek. İnsanı toprağın üzerinde mezar olmaktan kurtaracak olan tek gücü sözü. Onun için “Sözü Yola Koymak” demiştik. Çünkü önce söz vardı ve sonra da sözümüz olacak ve sözümüz bizi taşıyacak buradan öteye. Yazı burada kalacak ama söz buradan bizi öteye taşıyacak hayati bir unsur. Başlangıçta, her şeyin başlangıcında önce s/öz vardı. İlk sözle var ‘ol’du her şey. Söz özü dile getirmeli, öz sözle dile gelmeli, sözü g/öz/el kılmanın yolu özle ilişkilendirmekten geçer. Öze ilişkin olmayan, özü ortaya koyamayan söz, lâf-ü güzaf olmaktan kurtulamayacaktır. Öyleyse sözü boşluktan kurtarıp, kıymete büründürmek için özleştirmek, hakikatle, hikmetle, irfanla buluşturup söylemek gerekecektir. O zaman söz hakikate yol bulabilecektir…
Sözcüklere dökülebilen, onlarla biçimlendirilen gerçek, insan yaşamını besleyen, varsıllaştırıp güzelleştiren en büyük güçtür. Böyle diyordu Tolstoy. İnsan olarak dünyanın sonluluğuna ve çirkinliğine ancak sözün güzelliğiyle, sözün iyiliğiyle, sözün özden gelen Öte’liliğiyle, öteyle irtibat kurarak baş edebiliriz. Söze tutunmak durumundayız, söz ile tutunmak durumundayız, özden gelen söz ile yaşam çemberinin kısır döngüsünden hayata bir yol bularak hayat bulabileceğimiz, hayat olabileceğimiz sözcüklere muhtacız.
Sözün ve sohbetin ve kelimelerin ve sözcüklerin canı vardır. Ve ancak canı olan kelimeler bize can katacaktır. Sözümüzü ve kelimelerimizi ve sözcüklerimizi çürümekten kurtaracak olan yol onları kalbe yaklaştırmaktan geçecektir. Unutulmamalı ki; kalpten uzak olan, kalpten gelmeyen sözün kalbe ulaşması mümkün olmayacaktır. Ancak kalpten kalbe bir yol, var kılabilecektir bizi. Dil’den yani kalpten gelen, yine dil’e ulaşacaktır. Onun için dile gele kalpten gelmeli, çünkü ancak dil’den gelen dil’e ulaşacaktır.
Nedir, konuşmak ve sohbet ve söz ve kelimeler hayatidir. Konuşmanın gevezeliğe indirgenmesine bakmayın siz, sesinizi değil kelimelerinizi sözünüz yükseltin. Bakın ne diyor Necmettin Evci, “Söz ve Sessizlik” adlı kitabında: “Sözsüz varoluş imkânsızdır... Söz ırmağı kurursa ne dünyadan bir ses, ne ötelerden bir yankı duyulur. Söz ve ses konuşmada birleşerek hayati bir bütünlük, varoluşsal bir uyum kazanarak akar… Konuşmak bir sığınıştır, sahil-i selâmete çıkıştır. Evet, konuşmazsak patlayacak, ölecek oluruz. Bir dosta, dostun kelimelerine, dostça kelimelere, paylaşmaya acil bir tedavi gibi ihtiyaç duyarız...” Bir de Gökhan Özcan’ı dinleyelim: "Ve güzellik ve çirkinlik... Yine hayat buluyor kelimelerle... Güzel insanlara gidiliyor güzel kelimelerle, çirkin insanlara gidiliyor çirkin kelimelerle... İyilik ve kötülük, sevgi ve nefret, zulüm ve adalet, yalan ve doğru, savaş ve barış, hep kelimelerle... Gönül yapan da söz, gönül kıran da... Teslimiyet de sözle, isyan da... İmar da sözle, yıkım da..."
İnsan, dünyaya cennetten irtifa kaybıyla gelmiştir. İnsanın dünyadaki bütün arayışı irtifa kaybıyla geldiği cennet olacaktır, olmalıdır… Bizim gibi irtifak kaybıyla dünyaya gelen her bir insan tekiyle -ki dünya aşağı olandır- dünyada bulunduğumuz konum itibariyle aynı konumda olanlar olarak konumdaşız. Aynı konumda bulunduğumuz insanlarla öteye olan hasretimizi ve de özlemimizi giderebilmek için, aynı konuları, aynı dertleri, aynı mevzuları mesele ettiğimiz için konuşarak ancak şifayı bulabileceğimizi biliriz. Evet söz ve konuşmak varoluşsal bir ihtiyaçtır. Bir de komşu var, yine aynı kökten gelen konumdaş olduğumuz ve konuşabileceğimiz komşular…
"Kulak en ontolijik organımızdır." Böyle diyordu Heidegger. Sözümüzü yükseltmemiz gerekiyor. Yazımızı daha fazla uzatmadan, başlığımıza mülhem Jacgues Ellul’ün “Sözün Düşüşü” kitabından yapacağımız alıntıyla bitirerek yazıyı söze bırakalım. "İnsanlığı kurtarma isteği duyan herkes günümüzde öncelikle sözü kurtarmalıdır."
0 Yorum