Muhterem kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
“Elimizde olmadan başımıza gelen her şey kaderdendir. Vâki olanda hayır vardır” deniyor. Başımıza kötü bir iş gelse veya biri bize hakaret etse yahut treni kaçırsak üzülmeyecek miyiz? Üzülürsek Allah'ın kaderine razı olmamış mı oluruz?” konusunda da sahih kitaplarda şöyle deniyor;
“Vâki olanda hayır vardır” sözü, gerekli bütün sebeplere yapıştığımız hâlde, irade ve tercihimizin dışında, başımıza gelene, şikâyetçi olmadan sabretmek, neticesinin hayırlı olacağını bilmek demektir. Yoksa, kendi irademizle bir günahı işledikten sonra, “Ne yapalım, kaderim böyleymiş, vâki olanda hayır vardır” demek yanlıştır.
İkinci bir husus, insan, bir işin sonucunun iyi mi, kötü mü olacağını bilemez. Hayır zannettiği şey, şerle sonuçlanabilir. Şer zannettiği şey de, hayırla neticelenebilir.
Bir Âyet-i Kerime meali:
“Hoşlanmadığınız şey, sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” [Bekara 216]
Müslüman, her hayrın ve şerrin Allah'tan olduğunu bilir. Her işi yaptıran Allahü Teâlâ’dır. O hâlde, bir Müslüman olarak, başa gelen işe rıza göstermeliyiz. Rıza göstermesek de, o iş, yine olacaktır. O hâlde, bu işe razı olmaktan başka çare yoktur. Olacağı kesin olan bir işe, itiraz etmek ahmaklık olur.
Vâki olan bir işle, karşı karşıya kalanın, ne kadar zor, ne kadar acı olursa olsun, buna rıza göstermesi, imtihanı kazanmak için sabretmesi gerekir.
Bir Hadis-i Şerif:
“Allahü Teâlâ, sabredeni sever.” [Taberanî]
Başa gelene sabreden, büyük nimetlere kavuşur. Sabretmeyen ise felakete maruz kalır. Çünkü Allahü Teâlâ, Hadis-i Kudsîde buyuruyor ki:
“Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve belaya sabretmeyen, benden başka Rab arasın!” [Taberanî]
O hâlde, kaderimize, razı olmaktan başka çare olmadığına göre, buna istemeyerek değil, isteyerek razı olmalıyız. Kadere razı olmak çok kıymetlidir.
Birkaç Hadis-i Şerif:
“Kadere rıza, saadet alametidir.” [Tirmizî]
“Şunları yapmak imanı zirveye çıkarır: 1- Allah’ın hükmüne karşı sabretmek, 2- Kaza ve kadere rıza göstermek, 3- Tam tevekkül sahibi olmak, 4- Allah’a tam teslim olmak.” [Ebu Nuaym]
“Allahü Teâlâ buyurur: Kaza ve kaderime razı olan, rızkıma kanaat eden, benim için şehvetini terk eden genç, bazı melekler gibi kıymetlidir.” [Deylemî]
“Şu 3 şeyi yapan, dünya ve âhiret hayrına kavuşur: Kazaya rıza, belaya sabır, rahatlıkta, bollukta dua.” [Deylemî]
“Şu 3 şeyi yapan 40 evliyadan biri olur: Kazaya rıza, haram işlememeye sabır, buğd-ı fillah.” [Deylemî]
“-Ya Rabbî, kaderine rıza göstermemi nasip et- diye dua et!” [Taberanî]
“Kadere rıza göstermek mutlu olmaya, rızasızlık ise mutsuzluğa alamettir.” [Tirmizî]
“Razı olan kadere, kolay düşmez kedere” buyuruluyor. Gelen belaya sabredenin, ya günahı affolur veya derecesi yükselir.
Cennetlik insanın nişanı şudur: O kişi, Hak teâlânın kaderine razı olur. Şakî [kötü, cehennemlik] olmanın da nişanı şudur: O kişi, kadere razı olmaz, bir musibet gelince, bağırıp çağırır, çok ağlar, sızlar. (İslâm Ahlakı)
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Her gün insanın karşılaştığı her şey, Allahü Teâlâ’nın dilemesi ve yaratmasıyla var olmaktadır. Bunun için, iradelerimizi Onun iradesine uydurmalıyız! Karşılaştığımız her şeyi, aradığımız şeyler olarak görmeliyiz ve bunlara kavuştuğumuz için sevinmeliyiz! Kulluk böyle olur. Kul isek, böyle olmalıyız! Böyle olmamak, kulluğu kabul etmemek ve sahibine karşı gelmek olur. Allahü Teâlâ, “Kaza ve Kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın!” buyuruyor. (3/59)
Demek ki, Kadere rıza gösteren mutlu oluyor. Karşımıza ne çıkarsa, “Kaderim böyleymiş” diyerek itiraz etmemeli. Mesela treni kaçırsak, “Hakkımda hayırlısı buymuş” diyerek üzülmemeli. Acele bir yere yetişmek için giderken, bir kaza yapsak, zamanında hastaneye yetişemesek, yani bütün olumsuzluklar üst üste gelse de, normal bir olay gibi, karşılayanın huzurlu ve mutlu olacağını dinimiz bildiriyor.
Mutlu olmak için, gülün yanında diken var diye üzülmemeli, dikenler içinde gül var diye sevinmeli.
Mutluluğun sırrı, sevilen şeyleri yapmakta değil, yapmaya mecbur olunan şeyleri sevmektedir.
İnsan sevdiğini, olmasını istediği gibi değil, olduğu gibi, o hâliyle sevmelidir. Böyle sevmezse mutlu olamaz.
Çölde yaşayan bir Bedevî ve ailesinin, bir horozu, bir köpeği ve bir de merkebi vardı. Horoz, sabahları öterek, onları Namaza uyandırır. Bir gün tilki, horozu alıp götürür. Çoluk çocuğu üzülür. Bedevî, “Hakkımızda belki bu hayırlıdır” diyerek onları teselli eder. Bir kurt, merkebi parçalar. Bedevi, üzülen çoluk çocuğunu yine teselli eder. Bir müddet sonra kendilerine bekçilik eden köpekleri de ölür. Bedevî yine ailesini teselli eder. Bir sabah, ilerideki birkaç çadırda yaşayanlar, esir alınarak götürülür. Hayvanlarının sesleri, merkep anırması, horoz ötmesi ve köpek havlaması, çadırda yaşayanları ele verir. Bedevînin hayvanları olmadığı için, onların varlığından haberdar olamazlar. (İhya)
Bir arkadaş anlattı: Ortaokul son sınıfta iken, öğretmenler, “Ne yaparsan yap, seni sınıfta bırakacağız” demişlerdi. Mecburen başka bir ilçeye gitmek zorunda kalmıştım. Okul idaresi, arkamdan bir rapor göndermiş, “Bu, çok tehlikelidir, ders çalışmaz, öğretmenleri döver, anarşist biridir” demiş. Müdür, oradaki öğretmenleri topluyor. “Bu, tehlikeli biriymiş, bize zararı dokunabilir. Sınıfta bırakmayalım, mezun edip kurtulalım” diyor. O ilçeye benimle gelen başka bir arkadaş vardı, o ikmale kaldı, beni doğrudan geçirdiler. Hakkımda niye böyle kötü rapor verdiler diye kızıyordum. Meğer hakkımda hayırlısı böyle imiş...
Başka bir arkadaş anlattı: “Treni veya otobüsü kaçırıyorum, üzülüyorum. Sonra unuttuğum bir şey kalmış, gitsem de geri dönmem gerekiyordu. Böyle çok olay başıma geldi. Artık kaçırdığım şeye üzülmüyorum.”
Hikmet Baba isimli bir derviş, “Bunda da bir hikmet var” dermiş. “Her şeyde hayır olur mu, hikmet olur mu?” diyen birkaç serseri, dervişin ineğini götürüp ormanda bir ağaca bağlarlar. Akşamüstü sığırtmaç, sığır sürüsünü köye getirir. Hikmet baba, ineğini görmeyince yine, “Bunda da bir hayır var” diyerek, çoluk çocukla ineğini aramak üzere ormana giderler. Gece, geç saatlere kadar ineği ararlar. Sonunda bir ağaca bağlı bulurlar. Çok yoruldukları için, orada uyuya kalırlar. Sabah olunca köylerine gelirler. Ne görsünler, köyde deprem olmuş, evler yıkılmış, çok kimse ölmüş. Hikmet baba yine, “Gördünüz mü, Allahü Teâlâ bizi depremden korumak için ineğimizi bağlatmış” der.
Görüldüğü gibi, şer zannedilen şey, hayrımıza olabiliyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin şiirini hatırlıyoruz:
Hak, şerleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif onu seyreyler,
Mevlâ görelim n’eyler,
N’eylerse, güzel eyler.
Allahü teâlâdan razı olmanın kısaca alameti; Rıza demek, Allahü Teâlâ’dan gelen her şeye razı olmak demektir. Allahü Teâlâ’dan bir felaket gelse, ona da rıza gösterir. Kimseye şikâyet etmez. Bu, her insanın yapabileceği bir iş değildir. Fakat, bunu yapabilen, büyük bir insandır. Böyle insanlarda, Peygamberlere mahsus sabır ve tahammül var demektir. Allahü Teâlâ’nın büyüklüğüne inandığı derecede insan, bu tahammülü ve bu rızayı gösterebilir. Gıpta edilecek, imrenilecek bir meziyettir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)
0 Yorum