Reklam Alanı

İYİLİK VE CENNET

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı

Camiye yardım, Kur'an kurslarına yardım!...  Her Cuma günü işittiğimiz şeyler. Ben genellikle cami önünde sahiden yardıma muhtaç gördüğüm dilencilere veriyorum. Allah yardımlarınıza karşılık cennette kat kat verir deniyor. Zaten bununla alakalı Kuran'da çok ayet var. Burada fakirlere veriyorsun orada cennete girmek ve cehennemden kurtulmak için. Her şey bir ticaret mantığı içinde cereyan ediyor. Yani yapılan bütün yardımlar ve sadakalar ahiretteki daha karlı bir menfaat karşılığında yapılıyor. Menfaatsiz ve karşılıksız hiçbir şey olmuyor. Biz dindarların yaptığı bütün iyilikler işbu ticaret hesabı gözetilerek yapılıyor. 

 

Kendi adıma bir yardım yaptığım zaman belki bu sayede Allah gizli günahlarımı siler, beni cehennemden korur, cennetine koyar hesabını yapıyorum. Bu elimde olmayan bir şey. Yani saf anlamda sadece iyilik için iyilik yapmıyorum. Mutlaka maddi ve uhrevi bir karşılığı vardır umuduyla yapıyorum. İyilik ve yardım karşılığında cenneti vaat eden bizzat Kur'an. Allah rızası soyut bir şey değil. Onun bir mümin için somut karşılığı cennettir. Bu itibarla bir dinsizin fakir bir insana yaptığı yardım daha riyasız, çıkarsız, menfaatsiz gibi geliyor insana. Çünkü ahirete inanmıyor. Dolayısıyla herhangi bir ticaret hesabı yok ortada. Yanılıyor muyum acaba?

 

İnsan yaşlandıkça bölünüyor, parçalanıyor, dağılıyor, paramparça oluyor, bütünlüğünü kaybediyor. İnanç azalınca mutluluk da azalıyor. Mutluluk inanmakta. Heykel destek üstünde benim ruhum desteksiz. Böyle diyor şair. Ruhun desteği imandır. Yaşamın karmaşası karşısında insan ruhunun sığınabileceği tek güvenli sığınak imandır. Mutluluk arıyorsan çok iman etmelisin, az düşünmeli, az sorgulamalısın. Bir zamanlar yazmanın, düşünmenin, sorgulamanın, edebiyatın, sanatın, musikinin, sinemanın bir şeyleri değiştirebileceğine inanırdım. Şimdi görüyorum ki fena halde aldanmışım. 

 

Yaşar Kemal ve Sabahattin Ali gibileri edebiyatın nirvanasına çıktı, Kemal Sunal ve Şener Şen gibileri toplumsal sorunları en kusursuz biçimde sinemaya taşıdı, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl şiirin doruklarına çıktı ama değişen bir şey olmadı. Söyledikleri her şey doğru ve gerçek olduğu halde toplum değişmiyordu. Bu kadar yazıya, sanata, edebiyata, sinemaya rağmen toplum nasıl bu kadar yerinde sayabiliyordu, hatta daha da gerileyebiliyordu? Belki de siyaset yerinde saydığı için bu haldeydi. Evet sanat gelişti, edebiyat gelişti, sinema gelişti ama siyaset ve hukuk gelişmedi. Ama bunlar hukuku ve siyaseti neden geliştiremedi, değiştiremedi, dönüştüremedi? Ülkede yetişen siyasetçiler ve hukukçular hiç mi ders çıkarmadı bunlardan? Bunlar mı hukukun temeli, hukuk mu bunların temeli, doğrusu bilmiyorum.

 

Akif şikayet ediyor, Fikret şikayet ediyor, Nazım şikayet ediyor, Necip Fazıl şikayet ediyor, Yahya Kemal şikayet ediyor, Tanpınar şikayet ediyor, Kemal Tahir şikayet ediyor, Cemil Meriç şikayet ediyor, Said Nursi şikayet ediyor, İsmet Özel şikayet ediyor, Sezai Karakoç şikayet ediyor… Ve biz şikayet ediyoruz. Bu ülkeden şikayet ediyoruz. Neden değişmiyor diye. Bence gelen şikayet eder, giden şikayet eder. Şikayetler devam eder ama bu ülke değişmez. Yüzyıldır değişmediği gibi. Bu ülkede bir şeyler değiştirmek için yola çıkanlar yolun sonunda bakarlar ki ülke onları değiştirmiş, kendileri ülkeyi değil.

 

Onlar yeminlerini edecekler, dolgun maaşlarını alacaklar, çocuklarını en pahalı kolejlere ve okullara gönderecekler, villalarında yaşayacaklar, beleş denebilecek fiyatlarla en kallavi yemeklerini yiyecekler, lüks makam arabalarına binecekler, ara sıra ayıp olmasın diye demokrasi, insan hakları, vatan, millet, bayrak, sakarya diyecekler... Sen ise kiralık gecekondunda bir parça ekmeğe muhtaç şekilde "Allah'ım onları başımızdan eksik etme!" diye dua edeceksin. Evet tarihin talihi bu maalesef! Ölüm bir nimettir, bir kurtuluştur. Hayat denen zindandan kurtulup ebedi istirahata çekilmektir. Sonsuza değin geçim sıkıntısı, yaşam ağrısı, düşünce, felsefe, sanat, ibadet, spor, çalışma, zevk, yeme, içme, hastalıklar, dedikodular, adaletsizlikler, insanlar çekilir gibi değil. Güzel olan bir yerden sonra bütün bunların bitmesidir. 

 

Çocuğu tıp, hukuk, diş hekimliği gibi bölümleri kazanan anne-babalar sevinçten çığlık atarken; sanat tarihi, arkeoloji, antropoloji, kütüphanecilik gibi bölümleri kazanan anne-babalar üzüntüden yüzleri yerleri süpürüyor. Mesela merhum babam sanat tarihini kazandığımı duyunca "boş bir şey, bunca emeğimize yazık!" demişti. Sonraları yazar olduğumu öğrenince ona da hiç sevinmemişti. Hatta üzülmüştü. Neden böyle oluyor acaba? Bir zamanlar bizim kurumda staj gören bir arkadaş masanın üzerinde duran Ruhumun Masalı Şehr-i Urfa kitabını birkaç gün okuyor. Henüz tanışmıyoruz. Bir sabah "hocam bu kitap çok güzel. Adam neler çekmiş neler! Tanıyor musun bu yazarı?" dedi. Tebessüm ettim ve "evet çok iyi tanıyorum" dedim.

İYİLİK VE CENNET
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.