Reklam Alanı

DAVA ADAMI OLMANIN ZORLUKLARI!

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı

"Kim de İslam dışında bir din ararsa ondan kabul edilmez. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. (3/Âl-i İmran 85) Bu âyeti kerime, iman sahibi olan İslâm davetlilerinin yolunu aydınlatan bir nurdur. Ya islâm, ya da olmaz kuralı budur!

Biraz da Önderimiz (s.a.v)'in Mekke dönemindeki mücadelesine kısaca bir göz atalım: "Efendimiz (s.a.v), İslâm davasını Mekkelilere anlatırken, onların her türlü hakaretvari tepkileriyle karşılaştığını, hatta ölümle tehdit edildiğini, daha sonra ki senelerde öldürmek için adamlar tuttuklarını bilmeyen yoktur.

Peki, Efendimiz (s.a.v); Mekke müşriklerinin tüm saldırı ve hakaretlerine rağmen, davasını insanlara anlatmaktan vaz geçti mi? Tabi ki hayır! Zira O,(s.a.v), güneşi sağ elime ayı da sol elime verseniz/koysanız dahi; ben yine de davamdan vaz geçmeyeceğim diye, şirke ve zulme meydan okumuştu. Taife davete giderken yanında sadece azadlı kölesi Zeyd ibn-i Hatise (r.a) vardı. En sevdiği iki insanı eşi Hatice annemizi ve hamisi olan amcası Abdulmutalib’i kaybetmesi, onun yüreğini yaralamış, sinesini hüzne boğmuştu. Ama O'(s.a.v) her şeye rağmen yerinde duramazdı, çünkü O'nun (s.a.v) mübarek omuzlarında islâm davasının ağır yükü vardı, İslâm davası ise durmayı değil, yürümeyi, anlatmayı ve tebliğ etmeyi emrediyordu! Taif'ten de kovulmuş, hatta elleri kırılasıca sokak serserileri tarafından dövülmüş ve üzgün bir şekilde Mekke'ye geri dönmüştü... Hüzün senesini yaşıyordu. Allah'ın Habibi (s.a.v). Aziz ve Celil olan Rabbi onu bir yönüyle teselli etmek için, kendi katında ağırlamak için, hiçbir beşerin/melekleri dahi ulaşamadıkları sidretü-l müntahaya davet edilmişti! Evet, böylece Mi'rac olayı gerçekleşmişti. 

Miraç'ta dönünce olayı Mekkelilere anlattığında, iman edecekleri yerde onlar daha da çıldırıp hakaret ve zulümlerine devam etmeye başladılar... Yetmedi O'nu Mekke'yi terk edip Medine’ye hicret etmeye zorladılar. Ve doğup büyüdüğü toprakları, ata yurdunu da böylece davası için terk etti. Zira O' (s.a.v) türlü sıkıntılarla karşılaştığı halde, pes etmedi, müşriklere boyun eğmedi ve insanlığa; dava adamının/adamlarının nasıl olması gerektiğinin yollarını öğretti!

Şimdi gelelim günümüzde, İslâm davası yolunda; çalışmalar yaptığını iddia eden bizlerin, "İslâm davasını nebevi usulüne uygun olarak ne kadarını yürütebiliyoruz ona bakalım. Binlerle ifade edilebilen grup, meşrep ve oluşumların yaygın olduğu günümüzde; öncü konumunda olanların birbirlerini eleştirmekten ve kötülemekten dolayı, kendilerini izleyen/takip eden kitleler arasında nefret duvarlarının örülmesine sebep olduklarını kimse inkâr edemez. 

Peki, dava adamı/adamlığı böyle mi olmalı/olmalıydı? Müntesiplerini, kendilerinden başka hiçbir grup ve meşrebe gitmemlerini öğütleyenler dava adamı olabilirler mi? Gerçeğin ve doğrunun yalnızca kendi çalışmalarıyla mukayyed olduğunu iddia edenler, İslâm davasına adam değil; kütük bile kazandırabilirler mi? Bizdense doğru yoldadır, bizden değilse yanlış yoldadır fikir ve düşüncesine sahip olan meşrep ve grupların; nebevi dava ile ne kadar alakadar ve yakın olduklarını düşünüyorlar mı acaba? 

Menfaatleri söz konusu olduğunda, saf ve konum değiştirmekten hiçbir beis görmeyenler; islâm davasının neferleri olabilirler mi? 

Kardeşlerim!

Bizler, Allah'a ve ahiret gününe iman edenler olarak; takip etmemiz gereken tek bir hatt-ı hareketimiz vardır: O da, Hz. Muhammed (s.a.v)'in; Kur'ân ve Sünnet referanslı olan ilahi ve Nebevi yoldur... Bu kutsal yolda, İslâm davası için mücadele etmeye namzet olanların; Kitap, Sünnet, icma-i ümmet ve kıyası fukaha delilleri dahilinde hareket etmek zorundadırlar! 

Bunun en güzel örneğini, Selef-i Salihin'in yaşam ve mücadelerinde görmekteyiz ki; onlar Nebevi usul üzerinde yürümenin/hareket etmenin en güzel izini takip etmiş ve kendilerinden sonra gelen nesillere de olduğu gibi onu miras bırakmışlardır! Rabbimizin:

"Ey iman edenler! İslam’a bir bütün olarak girin. Şeytanın adımlarına uymayın. O sizin için apaçık bir düşmandır. (2/Bakara 208) evrensel mesajı;"dava adamı olarak yola çıkanlar için, yolun rehberi ve kılavuzudur... Evet, İslâm sarayına tüm varlığıyla girmek ve Şeytanın adım/adamlarından; ateşten kaçar gibi uzak durmak, her islâm davetçisinin öncelikli vazifesidir... kısacası her islâm davetçisinin yol haritasını, Kur'an ve Sünnet belirler. Bu dava, kavimlerin, ideolojilerin, kabile ve oymakların, parti ve izmlerin davası değil; bu dava Allah ve Resulü'nün ulvi davasıdır. Bu davaya gönül verenlerden istenen şey keramet değil, imân ve ihsan üzere olan istikamet olduğunu asla unutmayalım... 

Kalın sağlıcakla efendim.

DAVA ADAMI OLMANIN ZORLUKLARI!
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.