“İnsan yaşamında bir kez de olsa kendine şu soruyu sorup yanıtlamalıdır: Sahip olduğum her şeyi kaybettiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?” Böyle esaslı bir soru soruyordu, İhsan Fazlıoğlu. Sizce de soru/nun kendisi esasen başlı başına bir sorun değil mi?
Sahip olduklarımıza sahip değiliz, sahip olduklarımız tarafından kuşatılıyoruz, sahip olduklarımız her geçen gün biraz daha kendimizden uzaklaştırıyor. Sadece kendimizden mi, sahiplik zannımız ve de sahiplik üzerinden düştüğümüz yanılgı her geçen gün biraz daha sâhibi hakikiden uzaklaştırıyor bizi.
Neye sahibiz, ne sahibiyiz, sahip olduklarımıza ne kadar sahibiz? Modern insan, en büyük yanılgısını sahiplik duygusu üzerinden yaşamaktadır. Sahibi olduğu her şey sahip olmakta insana, sahip olduğunu zannettiği kadar yanılmaktadır. Bu duygu; ne acıdır ki kişiyi en insani özelliklerinden bile uzaklaştırabilmektedir. Sahip olabilmek adına insani değerlerden yapılan “fedakârlıklar”, verilen ödünler karşılığında, sahip olunanların kıymeti harbiyesinin olmadığını sorgulamaya bile imkân bulamamaktadır modern insan. Sahip olma veya mülkiyet meselesi insanlık tarihi boyunca her zaman önem arz etmiş olsa bile, günümüzde kapitalizmin hayatımızı kuşatan yönü bu konunun, üzerinde hassasiyetle durmamızı gerektirmektedir. Sahip olmak karşısındaki duruşumuz hayatımızı anlamlandırma açısından büyük önem arz etmektedir. Çoğumuz mutluluğa giden yolun daha fazlasına sahip olmaktan geçtiğini düşünüyoruz. Bu anlamda hepimizin üzerinde kafa yorması gereken soru; “neye sahip değilim” sorusu üzerinden kaygının yerine “neye sahibim” sorusu ile gerçek sahip olduklarımızın kıymetini bilmek olmalıdır.
Sahip olmak için sahibi olamıyoruz kendimizin. Yitiriyoruz, tüketiyoruz kendimizi, tükeniyoruz. Tükettiklerimiz ve sahip olduklarımız tarafından kuşanmışlığın huzursuzluğunda kalplerimizin boğulmasıdır yaşadığımız. Varlığını tüketim ve sahip oldukları üzerinden ispatlamaya çalışan, insanları oturduğu eve, bindiği arabaya, banka hesaplarının limitine, tükettiklerinin parasal değerine göre değerlendiren anlayış, bencil, kibirli, ahlak ve fedakârlık yoksunu, sadece güce, paraya, makama ve de sahip olduklarına değer veren bir insan tipi oluşturuyor. Sahip olmak odaklı bu anlayış; insanı insanın umudu olmaktan çıkarıp, insanı insanın kurdu haline dönüştürmekte. Sahip olduklarımızın, bizlere bir katma değeri yoksa sahip olmalarımızı, kendimizden bir şeyleri, güzellikleri eksiltme üzerine kurmuş isek, yaşadığımız savrulma olacaktır.
Sahip olabilme adına yapılanlar mutlu kılmıyor insanı. Mutlu olabilmek için insanın kendini değerli kılacak şeyler yapması gerekiyor. İnsan kendini değerli kılacak şeyleri yaptığı takdirde “insan” olabilir. Değilse; beşer makamından insan makamına sahip olmaktan olmak makamına ulaşılamayacaktır. Birçok şeye sahip olabilmek bizi kendimiz kılmıyor, aksine ne kadar sahipsek o kadar azalıyor, o kadar tükeniyor, o kadar az “ol”uyoruz.
Sahip olduğumuz her şeyi kaybettiğimizde bizde kalandır, gerçek manada sahip olduğumuz. Gerisi zan ve yanılgıdan başka bir şey değildir. Şimdi yeniden düşünelim, neye sahibiz diye, sahip olduklarımızın tamamını yitildiğimizde bizimle olacak olan, bizimle hep olacak olan nedir, sahi, sahip miyiz, sahip olduklarımıza, yoksa sahip olduklarımız mı bizim sahibimiz. Ne diyordu “Dövüş Kulübü” filminin kahramanı: "Sahip olduğun şeyler sonunda sana sahip olur." Sizce de üzerinde düşünülmesi gerekmez mi?
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum