Reklam Alanı

SORUNLAR, KÜRESEL SİSTEMDEN KAYNAKLANIYOR

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
Tüm yerel sorunlar da büyük oranda küresel sorunlardan, küresel işleyişten etkilenir, ondan bağımsız değil. O yüzden küresel sorunlar dediğimiz zaman aslında en yakıcı ve ucu da gövdesi de ateşi de bize dokunan sorunlardan bahsediyoruz aynı zamanda. Küresel sistem dediğimizde her toplum, kendi dışına ve kendinden uzağa bakıyor. Hayır, Küresel sistem, en yakınımızdan, kendimizden, evimizin içinden, cebimizin içindeki telefondan, cüzdanımızdaki kredi kartından, caddelerimizdeki bankalardan, seçimlerden, seçilenlerden, medyamızdan, okulumuzdan, marketimizden, arabamızın markasından, mahallemizden, sokağımızdan, kafamızın içindekinden başlıyor ve buradan başlayarak sistemsel değişikliğe gidecek süreçler başlatılabilir. O yüzden ilk iş, işleyişi fark eden/tanıyan bir bilinçle bilinçlenerek birey durumundan toplum durumuna geçmek olabilir. Burada toplumu modern anlamda ele almıyorum. Toplum olarak kalabilmenin birinci adımı aileyi güçlendirmektir. Tüm bunlar için ve gelecek için ekonomik ve diğer küresel sistemli sömürüleri durdurmak gerekir. Sistem değişmedikçe, o sistemi iyi insanların yönetmesi, onların manevra alanını genişletmez ve sömürü çarkı yerinden kımıldamaz. Duyuru adlı kitap ilginç anekdotlar içeriyor ve kitapta mevcut uygulamaların demokrasi ile çeliştiği gibi bir demokrasi profili sunuluyor. Ancak hakikat şu ki; demokrasi, mevcut küresel adaletsizliklerini/eşitsizliklerini çözmeye muktedir bir yeterliliğe sahip değil. Hem teorik ve daha çok pratik anlamda… Radikal sivil itaatsizlik önerileri var ve bu da teorideki gibi kolay olabilecek bir şey değil. Nitekim gelişmiş demokrasiler sınıfında gösterilen sömürgeci/hala da sömürgeci olan Fransa’ da yakın zamanda tanık olduğumuz Sarı yeleklilerden sonra en etkileyici halk gösterileri, henüz emeklilik yaşını uzatan bir kanunu bile geri çektirebilmiş değil. Antonio Negri, Michael Hardt’ ın “Duyuru” adlı kitabından anekdotlar: “Herkesin ortak olana erişebildiği ve onu paylaşabildiği adil, eşit ve sürdürülebilir bir toplum kurmayı hayal edebiliyoruz ama onu ete kemiğe büründürme koşulları henüz mevcut değil. Küçük bir azınlığın zenginliği ve silahları elinde bulundurduğu bir dünyada demokratik bir toplum yaratamayız. Kararları hâlâ onu tahrip etmeyi sürdürenler alırken, gezegenin sağlığını iyileştiremeyiz. Zenginler basitçe paralarını ve mülklerini vermeyecek ve tiranlar basitçe silahlarını bırakıp iktidarın dizginlerini bırakmayacak. Son tahlilde onları almak zorunda olan bizleriz… ama yavaş olalım. Mesele bu kadar basit değil.” “Özneleşme süreci retle başlar. Ben yapmayacağım. Ben sana olan borcumu ödemeyeceğim. Evimizden çıkarılmayı reddederiz. Kemer sıkma önlemleriniz bizi bağlamaz. Tersine biz, aslında zaten bizim olan, servetinize el koymak istiyoruz. ”Sen beni temsil edemezsin!” “Sermaye, servetini artık üretimden elde edilmiş kardan değil, kiradan elde etme yoluna gidiyor. Buda daha çok finansal kiralama biçimini alıyor ve finansal araçlarla da garanti altına alınıyor. İşte tam burada üretim ile sömürü ilişkisini kurmanın ve kontrol etmenin silahı olarak borç devreye giriyor... Sömürü, nüfusun %99'unun % 1' e borçlandırılması ile yürür...” “Bütün gün üretmeye çalışıyor olsalar da borçlular, aldıkları borçtan dolayı tüketici; Borç verenler, borç verdikleri için emeğe hiç bir katkıları olmasa da kendilerini üretici olarak tanımlarlar.” “...demokrasiler, ancak çok zengin, her seçimde daha da zengin olanların at koşturabildikleri bir arenadır. Ya da bir sermaye grubunun adamı olanların. Bu her seçimde daha yozlaşmış bir zümreyi siyaset arenasına çeker. Bu nedenle amaca ulaşmak için yozlaşmak ve yozlaştırmaktan başka bir seçenek yoktur.” “Demokrasilerde lobiler ve kapitalist sermaye, kontrol ve finanse ettiği medya ve kampanyalar ile bizi yönetenleri iktidara getirme, götürme ve gütme konusunda oldukça maharetlidir. Eğer güçlü bir medyayı kontrol etmiyorsanız hiçbir politik hakikati dile getirme şansınız yoktur.” “...demokrasilerde, egemen medya sürekli sinsice ve acımasızca toplumu korkutmakla görevlidir. Akşam haberlerini izlemek sokağa adım atmaktan korkmak için fazlası ile yeterlidir... "İnsan insanın kurdudur" fikri sürekli hafızalara kazınarak herkes herkesten korkutulması ve bir araya gelememeleri sağlanır... Temsil edenler(seçilenler) dünyanın pisliğini her gün medyadan teslim edilenlerin(seçenlerin) başından aşağı boca eder.” Radikal sivil yöntemlerin başarılı olabileceği gibi bir iddia söz konusu. Bazı tespit ve önerileri olumlu yönde dikkat çekici iken, tam tersi olanlar da var. Aslında kimilerinin sivil itaatsizliğe benzer gibi sunduğu ama teknik anlamda şiddet içermeyen itiraz olarak adlandırılabilecek eylemlerin –İslami literatürde bu, sivil itaatsizlik kavramıyla açıklanmamalı zira sivil itaatsizlik, İslam toplumuna/literatürüne anlam, bağlam ve hedef bakımından ait değil. Çünkü burada meşru bir yönetimi yanlıştan korumaya dair bir duyarlılık ve eylem söz konusudur. Ancak tüm bunlara rağmen temel haklara yönelik haksız uygulamalara karşı bir değerlilik taşımakradır- etkili olabilmesi hiyerarşik bir bilinçle daha da mümkün. Bunu, Hz Ömer döneminde görmekteyiz. Bu dönemlerde sadece idare edenlerle halk arasında değil; halkın kendi arasında da ekonomi ile başlayan bir sınıfsallığın önü kapatılmak istenmiştir. Ayrıca şeffaf ve sorgulanabilen ama muktedir/güçlü bir iktidardan bahsediyoruz ama halkıyla mesafeli değil: ““Ben haktan ayrılırsam ne yaparsınız? ” diye bir soru soran Halife Ömer’e; bir sahabenin kalkarak: “Seni kılıcımla düzeltirim ya Ömer!” cevabını vermesi, İslam siyasasının önemli bir ilkesi, devrimci bir tavır ve tüm toplumun kamusal sorumluluğuna dair bir örneklik teşkil eder Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükretti. Hz. Ömer {r.a.} halifeliği sırasında Cuma hutbesi için ayağa kalkar. Cemaate seslenerek: “Ey cemaat beni dinleyin!” der. Cemaatten biri Ömer’e: “Ey Ömer! Seni dinlemiyoruz.” Diye bağırır. Ömer ona yönelerek: “Neden dinlemiyorsunuz” diye sorar. O sahabe: Herkese, ganimetten elbiselik eşit kumaş düştüğü ve bu eşit kumaşları eşit olarak sen dağıttığın halde, kendi vücudun daha geniş, benim vücudum daha zayıf olmasına rağmen, ben bu ganimet kumaşından kendime bir elbise çıkartıp diktiremedim. Sen ise iri vücutlu olduğun halde diktirmişsin. Görülüyor ki sen, kendine daha fazla kumaş almışsın. Devlet malına tecavüz ettiğin için seni dinlemiyoruz” diyerek, Halife Ömer’i protesto eder. Hz. Ömer de oğlu Abdullah’a seslenerek: “Ey Abdullah, gerçeği halka anlat” der. Abdullah ayağa kalkarak: “Kendi rızasıyla, kendi hissesini babasına verdiğini, babasının da bu iki hisseyi birleştirerek kendisine bir elbise diktirdiğini açıklar.” Bu açıklama üzerine sahabe, protestosunu sonlandırır ve Halife Hz. Ömer’e: “Şimdi anlat ey Ömer! Artık seni dinleyebiliriz” der.” Burada esas hak sahibinin kim olduğu da gözler önüne serilmekte. “Sorun; küresel Kapitalist uygulamalar/gelir dağılımındaki dengesizlik/tüketim ve rant ekonomisi, değerlere ve kurumlara artan güvensizlik… Çözüm; küresel Kapitalist sistemden kaçış ve itiraz, gelir dağılımında adalet ve denge, istihdam ve üretime dayalı ekonomi, sosyal devlet ve değerlere/hukuka dayalı uygulamalar…” https://www.gazeteipekyol.com/makale/9313082/isa-dervisoglu/duyarlilikguvenumutadalet-hayat Neticede bugün de yaşandığı gibi küresel sorunların küresel sistemden kaynaklandığı artık bilinen ve itiraf edilen bir gerçekliktir.    Selam ve dua ile.
SORUNLAR, KÜRESEL SİSTEMDEN KAYNAKLANIYOR
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.