Ramazan-ı Şerifin en önemli özelliklerinden biri “Rahmet ve Bereket ayı” olmasıdır. Bu özelliği manevi ve maddi olmak üzere iki boyutlu düşünmek gerekir. Sadece Allah’ın emrini yerine getirme amacıyla oruç tutulması ve nefsin dizginlenerek zelil edilmesi bunun sonucu olarak da insandaki manevi yüce duyguların ortaya çıkmasıyla insan melek-misal bir vaziyet kazanıyor. Her şeyi kayıt altına alan ve zerre miktarınca hayır ve şerri karşılıksız bırakmayacağını vaat eden Allah, Ramazan-ı Şerifteki oruç nedeniyle de rahmetini hesapsız olarak yağdırıyor. Bu itibarla hadis-i Kudsi’de Cenab-ı Hak: “Oruç benim içindir, onun mükâfatını da ben veririm!” buyurmuştur. Bu açıdan manevi boyutu itibariyle Ramazan, “rahmet ve bereket ayı” ismine tam layıktır.
Bir de maddi boyutu itibariyle bereketi vardır. Bu da oruç sayesinde gerçekleşir. Bazılarının zannettiği gibi bereket mucizesi olarak değil, orucun yol açtığı bir berekettir. Elbette ki Allah, mucizeyi gerçekleştirir, hiç yoktan bolluk ve bereket verir ama bu dünyada mucize peygamberlere has kılınmış olup peygamberlik delili olarak verilmektedir. Ramazanda oruç nedeniyle yeme içme en aza yarı yarıya kısıtlandığı ve oruç süreci içinde bir alışkanlık kazandığı için yiyecek ve içeceklere talep azalır. Örneğin en basit düşünceyle günde dört ekmek tüketen kimse, oruç nedeniyle iki ekmeğe düşürür. Ramazanın ilk günleri içinde mide de küçülmeye başlar, tüketim ihtiyacı daha da azalmaya yüz tutar. Herkes aynı durumda olunca da bu tüketim kısıtlaması sonucu bolluk ve bereket gerçekleşir.
Tüketimde kısıtlama olmaz ve iftarda günün intikamı fazlasıyla alınırsa, kesinlikle biliniz ki bereket olmaz, hayat pahalılığı had safhaya ulaşır. Günümüzde Ramazan yaklaşınca, hayat pahalılığı tedirginliği de toplumu sarmaktadır. İşte bunu sebebi Ramazandaki tüketimin azalmak yerine bir kat daha fazla artması ve savurganlıktır. Yıl boyu kimsenin sormadığı kuru kayısıcının önünde bile Ramazanda kuyruk oluşur. Birçok kimsenin düşüncesinde Ramazan, yemek çeşitlilikleriyle yer etmiştir. Oysa Ramazan oruç ayıdır; açlık ve susuzluk akla gelmeli. Ama çeşitli yemek ve içeceklerle hatırlamak bu işte bir terslik olduğuna delalet eder.
Orucun farz kılındığı ilk zamanlarda Ramazanın yalnız gündüzleri değil geceleri de oruçlu geçiriliyordu. O zamanki ilahi emir böyleydi. Akşam iftar vaktinde oruç açılır, yatsı vaktinde yeniden oruç başlardı. Bu durumu bildiren birçok hadis rivayetleri vardır. Örnek olarak Buhari’nin kaydettiği rivayeti verelim:
Ensar’dan Kays bin Sirme (RA) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek bir şey olup olmadığını sordu. Kadın: "Hayır, yok ancak bekle, sana yiyecek arayayım!" dedi. Kays, gün boyu arazisinde çalışmıştı, yorgundu. Beklerken uyuyakaldı. Hanımı komşudan bir yiyecek bulup döndüğünde Kays’ın uyuduğunu gördü ve: "Eyvah mahrum kaldın, yiyemeyeceksin!" diye eseflendi. Çünkü o zamanlar bir kimse oruçlu iken, akşam iftar süresi içinde, bir sebeple iftarını açamazsa, artık o gece yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün aksamına kadar beklerdi Kays, ertesi gün, öğleye doğru açlıktan baygın düştü. Durumu Resulullah (ASV)'a anlattılar. Bunun üzerine Bakara Suresinin 187. Ayeti nazil oldu: “…Oruç gecelerinde fecirde tanyerinin beyaz ipliği gecenin siyah ipliğinden ayırt edilir hale gelinceye kadar da yiyin, için; sonra da orucu geceye kadar tamamlayın…” Müslümanlar buna çok sevindiler. (Buhari, Savm, 15.)
Oruç, Allah’ın belirlediği süreler içinde, Allah için nefsin yeme içme gibi alışkanlıklarını terk ederek nefsi terbiye etmek, nefsinin değil, Allah’ın emrine itaat ettiğini göstermeği amaçlayan bir ibadettir. Bu itibarla savurganlık derecesinde çok yemek, orucun mantığına aykırıdır. Bu açıdan en doğru olan, Ramazanda yemek türü konusunda hayatında değişiklik yapmamaktır.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum