"Doğa ile savaşıyor insanoğlu;
kazanırsa kaybedecek bu savaşı..."
(Ömer Faruk Lekesiz; İlk Kim Değişti)
“Çekilin insanlar çekilin!
Doğa korkuyor sizden..."
(Mehtap Altan; Mistik Fısıltılar)
Deprem, sel, felaketler, virüsler, iklim krizi, kıtlık… İnsana hizmet için yaratılan, insanın emrine sunulan doğa ve eşyanın insanın başına bela olduğu zamanları yaşıyoruz. Haddi aşan, zalim ve cahil insanın, dünyanın fıtratı ile oynamasının, doğanın kanunlarını çiğnemesinin sonuçlarıdır karşı karşıya kaldığımız durum. Eylemleriyle doğayı korkutan insan, doğa tarafından korkutuluyor. Bu durum Son/uç peki bu durumun ilk ucu ne? İnsan doğadan uzaklaştı. İnsan doğayla bağını kopardı maalesef. Uyum içinde yaklaşması gereken doğaya tahakküm etme isteği, insanı doğanın felaketlerine mahkûm ediyor. Doğayı ele geçirme isteği, ona uymak yerine doğayı kendine uydurma gafleti, “insanın bitmeyen ihtiyaçları”, sahip olma güdüsü…
"Doğ-a'yı işitiyor, görüyor ama d-uy-muyor modern insan, çünkü onun fıtrat, dolayısıyla varlık ile asli bağı kopmuş ya da kopmaya yüz tutmuştur. Doğ-a ya uygun ve onunla uyum-lu-ol-ma'nın tam da ona kulak-vere-bil-me kabiliyetinde yattığını göz-ardı-etmiştir modern insan. Bilimin tarihsel bağlamında hikâyenin çok kısa bir özeti şu olabilir: Gözlem-yapma göz-dik-me kipine, o da nihayet el-koyma ya da ele-geçirme kipine geçmiştir. Sonuç: Fıtrat'ın çağrısına karşı vurdum-duymazlığın sonucu olarak doğal-oluş' un-bozuluşa-uğraması, kısacası fesat..." Böyle diyordu; Özkan Gözel “Ne Varlık ve Ahlak” kitabında. Varlıkla ilişki biçimimizin fesadıdır yaşadıklarımız. Bize emanet olan doğa ile doğabilmeliydi insan. Doğa bize doğuşu, her gün yeniden dirilişi gösteriyordu. İnsan tab/iata, yaratıcının mührüne bu kadar pervasızca yaklaşmamalıydı. Tanrı ile insanın, insan ile doğanın arası bu kadar açılmamalıydı. Unuttu insan… Kendini unuttu, doğayı unuttu, Tanrıyı unuttu… Âlemin gözbebeği olan insan âleme göz koydu. Tabiat ile sahih bir ilişki kuramayan insanı, doğanın yok edeceği gerçeğini unuttu. Tabiata hükmederek özgürleşemeyeceği gerçeğini unuttu…
Suya, toprağa, başımızın üstündeki göğe, ayağımızın altındaki yere başka bir gözle bakmak durumundayız. Mikro kozmos ile makro kozmos arasındaki ahengi bozmaktan, insanın insanla, insanın tabiat ile insanın Tanrıyla irtibatını koparacak yaklaşımdan vazgeçmeli modern insan. Evet, tabiat bize emanettir, doğayı bize verilmiş olan ve güzelleştirmek görevi yüklenen olarak algılamalıyız. Doğayı esir almak isteyen insan, esir olacaktır. Emanete ihanet eden insan, emin olamayacaktır. Doğaya hâkim olmak isteyen insan, tabiatın intikamına mahkûm olacaktır. Medeniyet anlayışımız; insan-insan, insan-doğa ve insan-yaradan ilişkisini bir birbirleri ile uyumlu, birbirlerini tamamlayan unsurlar olarak görür. Modern uygarlığın, insanın tüm değerlerini ayaklar altına alan, insanı ve doğayı kendisinden fayda elde edilmesi gereken bir bakış açısını zorunlu kılan anlayışından beri olmak durumundayız.
“İnsanın kendi kimliğini bulması, tabiata rağmen tahakkuk etmez. İnsan, ancak kendi dışındaki varlıklarla ve kendinden daha büyük olan bir düzen fikri ile bütünleştiği zaman beşeriyetten insaniyet derecesine yükselir. İnsan âlemin efendisi değil, onun velisi, koruyucusu ve emanetçisidir. Varlıklara bu mesuliyet bilinci ile yaklaşmak zorundadır...” Böyle diyordu, İbrahim Kalın, Barbar Modern Medeni kitabında. Her alanda bir muhasebeye ihtiyacımız var. Yaşadığımız endişenin bizi ders almaya, tefekkür etmeye ulaştırması gerekiyor. İnsan varlığını yok etmek üzere kuramaz. İnsan doğayı duymak, doğayla uyumlu olmak zorunda, tahakküm edemez…
Doğa hesap soruyor; yaşadığımız günleri en iyi ifade sanırım bu. Ne dersiniz, abartıyor muyuz? Yazımızı düzenlediğimiz sırada, Şanlıurfa’da selden ölüm haberleri geliyordu; çok zor. Rabbimden ölenlere rahmet diliyorum. Gelmiş geçmiş olsun inşallah. Daha fazla uzatmadan, yazımızın başlığına ilham olan Ahmet İnam’ın, “Dünya Gönülden Gönüle” kitabından aktaracağımız cümleler üzerine tefekküre davetimizle sözü bitirelim. "Doğa hesap sormaktadır. Bozulan dengelerde, yok olup giden türlerde, tükenen enerji kaynaklarında bunu sezebiliyoruz. Çevremize rağmen değil, çevremizle, doğayla, evrenle birlikte var olacağız. Bunu nasıl yapacağımızı çok iyi bilmiyoruz. Doğayı sömürülecek metâ olarak görmenin bedeli ağır: Birbirimizi köle olarak algılamak durumunda kalıyoruz. Belki tersi daha gerçekçi: Birbirimizi köle olarak görmekten kurtulamadığımız için doğayı sömürmeye, dolayısıyla kendi kendimizi sömürmeye kalkıyoruz... İnsan bindiği dalı kesiyor. Hırsı, sınırsız sandığı büyüme, gelişme tutkusu kendi sonunu hazırlıyor. Çünkü insan doğada bir ayrıcalığa sahip değildir. Kendi hayatı doğanın hayatına bağlıdır. Öyleyse, kendi dışındaki canlılara saygı göstermelidir. Yoksa yüz yıllardır sürdürdüğü sömürü, sonunda insanı yok edecektir…”
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum