İslâm dini ile müşerref olan sahâbî kiram (r.anhüm), yüzde yüz bir dönüş yapmakla; cahiliyyenin tüm kalıntı ve emarelerine de çizgi çekip, vahdet şuurunun gereğini ortaya koyuyorlardı.
Daha İslâmın Mekke döneminin ilk yıllarında, İslâm ile müşerref olan ilk nesile baktığımızda; işkencenin, açlığın, boykutun, sefaletin, ötelemenin, dışlanmanın, hicrete zorlanmanın tavan yaptığını ama, onların tüm olumsuzluklara rağmen, davalarını öncelediklerini görüyoruz. İşte bu, dava şuurunun müntesiplerine kazandırdığı iman eksenli diri, duru ve arı bir ruhtur...
Bu şuur ve ruha sahip olan nesiller, tarihi süreçler içerisinde peyderpey var olmakla birlikte; hem dünyalarını imar etmiş hem de âhiretlerini kazanmayı başarmışlardı. Peki, onları bizim neslimizden ileriye, bizi de onlardan geriye bırakan etken ve engel neydi acaba? İşte bu sorunun cevabı kısa ve net olarak şudur: "Tahkiki imanın gereği olarak İslâm davasına olan sadakat şuuru..." Mesela Hz. Resûlullah (s.a.v) bir emir verdiğinde, hiçbir Sahabenin; ( Tebük seferindeki ufak istisnalar hariç) sudan bahanelerle mazaretler beyan edip hizmetten kaçtıkları görülmemiştir... Onları gökteki yıldızlar yapan ruh, İşte bu ruhtur. Dava aşkı, dava şuuru ve sadakat, onlarda et ve kemik misali perçinlenmişti adeta...
Onların durumunu, Kur'ân şu şekilde beyan buyurmaktadır:
"İslâm’ı kabul ve ona hizmette öne geçen muhâcir ve ensârın ilkleri ile bunların yoluna en güzel bir şekilde uyanlar var ya, Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır. Allah onlar için her tarafında ırmaklar çağlayan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte en büyük başarı ve kurtuluş budur. (Tevbe 100)
Peki, şimdi de günümüze gelip modern çağda var olma mücadelesi veren İslâmi, grup ve meşreplerin durumuna bir göz atalım. Özellikle son yüz yılda Raşidi Hilâfet müesessesinin idare mekanizmasının dışında tutulduğu günden bu yana, Müslümanlar cemaat ruhunu terk edip cemadata dönüşmekle birlikte, sekülerleşme illetine duçar oldular. Vahdet, uhuvvet, sadakat ve dava bilincini, ufak tefek istisnaların dışında kaybettiler. Onun yerine daha çok, gruplaşmalara, fırka, hizip, parti, fraknsiyon ve meşreplere bölündüler ki, bu da onların felaketi olup güçsüz ve etkisiz hale getirdi.
İslâmi çalışmalar konusunda, genellikle dünyevi işlerini önceledikleri için, heybet ve etkinliklerini kaybettiler. İslâmi davası için çalışmalarına (!) daha çok artık zaman (hafta sonları ve öğlenden sonrası) larını ayırmaya çalıştıkları için, yaptıkları işin bereketini görmediler! Bunu yaparlarken, İslâma hizmet ettiklerini zannetiler. Halbuki ne İslâm davasına hizmet ediyorlardı, ne de davaya olan sadakatte mesafe alıyorlardı. Sadece kendi kendilerini kandırmaya çalışıyorlardı... Şimdi gelinen son durumumuz bundan ibaret değil midir? Başımıza gelen bunca bela, musibet, korona ve depremlere rağmen hala kendimize gelmiyorsak, ki geldiğimiz söylenemez!
O zaman haydin cenaze namazına...
Allah sonumuzu hayreylesin.
13 Mart 2023.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum