Reklam Alanı

CAN SIKINTISINDAN, “AN-I DAİM”E

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
"Sıradan insanlar yalnızca zamanı geçirme derdindedir; Herhangi bir becerisi olan biriyse zamandan faydalanma... Boş zaman ruhsal olarak doldurulmazsa ölümdür, canlı insanın mezarıdır...” (Arthur Schopenhauer; Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar) Hayatımızın anlamı en küçük zaman dilimi olan “an”dan itibaren zamanı ne ile doldurduğumuz, nasıl yaşadığımız, ne kadar değerli kılabildiğimiz ile ilgili. Değerli kılamadığımız, değerle buluşturamadığımız “an’ın bizi götüreceği yer c/an sıkıntısı olacaktır... Zaman bir çizgi, geçmişle gelecek arasında, bugün, bu an, bu dem. Bütün mesele zamanın hakkını vermede, zaman üzerine, zamanımız üzerine düşünmede. Zamana zaman ayırmada, hem de şimdi şu demde. Zira durmuyor zaman kayıyor avuçlarımızın arasından. Dem bu demdir madem, bu demde olmalı insan, oldurmalı zamanı... Nedir, “an”a c/an katabiliyor muyuz? Ana can katabiliyorsak can sıkıntısından da kurtulabileceğimizi ifade edebiliriz. Yaşadığımız her anın farkına vararak, var olmak.  “Anda yapıp etmelerimizle sürekli varolmayı seçiyorsak, hiçlikten kaçıyor ve varoluşa geliyoruz demektir. Yaşamayı seçmek, varoluşu olasılıklar ve olanaklar arasından çekip çıkarmak, şimdi ve burada inşa etmek demektir; varoluşu yok olmaktan alıkoymak demektir. Varolma yönünde seçim yapıp eylemde bulunmadan varoluş olasılık olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmez. Varoluş, hep bir yerlerde durmaktadır. Kendisine elimizi uzattığımızda bizim olur. Bu nedenle geleceğe doğru taşırız kendimizi... Şu halde ölümcül hastalık, bedenin değil, benin ve ruhun bir hastalığıdır. Bu hastalıkla kişi sonsuzluğa olan inancını kaybeder. Böylece benliğindeki sonsuzluk öğesi etkinliğini yitirir, sonlu içinde sınırlanır. Benliğinde sonsuzluk öğesini barındırmayan, sonlu ve sonsuzun sentezini başarılı bir şekilde kurarak "an'da varoluşa gelmeyen kişi umutsuz, bedensel olarak olmasa bile ruh ve benlik olarak "hasta" bir kişidir...İnsanın absürtten kurtuluşu, adım adım anlamın aydınlık dünyasına doğru yaklaşması, kendi içinde, kendi gönlünde gerçekleşir..."  (Vefa Taşdelen; Kaygıdan Umuda Varoluşun Renkleri)  Zamanı ve anı hoş der dem kılabilmek… “Hoş der dem.” Tutunacağımız kelime “dem”: En genel anlamıyla zaman, çağ, biraz daha yakından baktığımızda; yaşadığımız an, en küçük zaman parçası daha da yaklaştığımızda; aldığımız nefes… Nedir o zaman; her anı, her nefesi hoş görmek “an”ı anlamak, anı yaşamak, anı güzelleştirmek, her demi hoş kılmak, hoşça bakmak her deme… İşte o zaman Hoca Ahmet Yesevi’nin; “Dem bu demdir gayrısına dem deme” anlayışını ortaya koyabileceğiz. İşte O zaman Derviş Yunus’un “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası” duruşu ile her dem yeniden doğuşa uygun bir zaman idrakine uygun inşayı gerçekleştirebileceğiz. İşte o zaman Nesimi’nin “Kim bu dem kadrini bilmez, öyle bil âdem değil/Âdem isen dem bu demdir, koyma bu dem fevt ola” anlayışıyla zamanı öldürmekten kurtarabileceğiz. İşte o zaman; Ahmet Hamdi Tanpınar’ın o harika; “Ne içindeyim zamanın/ Ne de büsbütün dışında/ Yekpare, geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında” mısralarında ifade edilen , “zamanda tevhit” anlayışı ile parçayı bütüne, burayı öte ’ye, ezeli ebede, “an”ı “an-ı daim” anlayışı ile O’na bağlayarak “Huzur”a ulaşacaktır insan. Zamana yüklenen bu anlam insanı Tanpınar’da olduğu gibi; “Rüzgârda uçan tüy bile benim kadar hafif değil” dedirtecektir.  Zaman; geçmişi ve geleceği bizimle yani şimdiyle birbirimize bağlar. Yaşayabileceklerimizi yaşanılabilir kılabilmek, yaşamış olduklarımızdan edindiğimiz tecrübeler doğrultusunda yaşıyor olduklarımızın yani şimdimizin, içinden geçtiğimiz bu “dem” in anlamlandırılması ile mümkün olabilecektir… Anlamlandırma; bakın gene an’a buluşuyoruz. Zira hayatın her anını, “olanı, anlamlandırma da ancak anda buluşmak ile mümkün olabilecek, varlığını anlamlandıramayan, ‘yok’/luğa mahkûm olacaktır…  “İnsanı gerçek anlamda insan haline getiren zamandır.” Böyle diyordu; İbn Arabi. İnsan zaman içinde, olduğu kadar zamanı hakkıyla yaşamış olur. Önemli olan insanın zaman içinde ne kadar olduğudur ne kadar var olduğudur. Ancak bu anlayışla zamanın ruhunu aşan bir tavır ortaya koyabilir ve zamana yemin eden Kitabı Kerim’in neye ve niçin yemin ettiğini anlayabiliriz. Her şey bir zaman içinde oluyor. Biz zaman içinde oluyoruz veya ölüyoruz. ‘Ol’durmak ve öldürmek arasındadır zaman. Tüketiyorsak, zamanı, zamanı öldürülen bir hale getiriyorsak, zamanı öldürüyorsak, zamanla ölüyoruzdur.  Öldüğümüz zamanda, ‘ol’mamızın imkânını bize sunacak olan, zamanı öldürmekten kurtarıp oldurmakta. Çoğaltmıyor zaman bizi, bereketlendirmiyor hayatımızı, bereketlendirmeyince de çığırından çıkmış, kalbi yaralı hayatlar yaşıyoruz ve zaman kötü oluyor. Akıp gidiyor zaman, tüketerek canını okuduğumuz zaman, canımızı okuyor. Sonuç; c/anımız sıkılıyor. Çünkü anı yitiriyoruz. Zamanı yitiriyoruz. Çözüm; yitirdiğimiz “an”a can katarak, zamanı “an-ı daim” anlayışıyla, yek pare bir an içinde yaşayabilmek…
CAN SIKINTISINDAN, “AN-I DAİM”E
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.