Geçen Cuma namazı Hekimdede Camiinde. Müteveffa Hasan Kanbaz hocanın yıllarca imamlık yaptığı cami. Hutbeyi ve konusunu hatırlamıyorum. Son dua tek aklımda. O kadar sıradan ve rutin bir hale geldi ki baştan sona kadar dinliyoruz ama cami çıkışında unutuyoruz. Sanki bir yük namazlar. Atalım da üzerimizden, rahatlayalım. Günde beş vakit olunca bir yük gibi görmekten kurtulamıyor insan. Gıybet yapıyoruz, bir namaz arası verip gıybetimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dedikodu yapıyoruz, bir Cuma arası verip kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir faiz işlemi içindeyiz, bir namaz arası verip faizimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Her Cuma namazı zuhr-u ahir yerine iki rekat tevbe namazı kılarım ama daha İkindiye yetişmeden tevbemi bozarım. Yıllardır devam ediyor bu halet. Tevbe et, boz, yine tevbe et. Devr-i daim gibi. Tam dindarca yaşamak insana göre değil gibi. Dindarlık ile insan doğası birbiriyle uyumsuz. Kendimi ve ruhumu anlamıyorum çoğu zaman. Akil baliğ olduğum ilk günden beri kendimi Allah'a karşı suçlu hissediyorum, bu suçluluk duygusundan bir türlü kurtulamıyorum. Çocukken çok daha içten tevbe ederdim. Günahım neydi bilmiyordum. Halbuki büyüdükçe çok daha kirleniyor ve günahlar oluyor insan. Günah ve kirlenmişlik hissi bırakmıyor yakamı. Çarşı ve AVM gibi yerlerde kendimi daha fazla kirlenmiş ve günahlar hissederim.
Şimdi evdeyim. Gitmem gereken birkaç taziye. Yalnızlık. Tehlikeli düşünceler, tehlikeli arzular. Kavşakta, yol ayrımında. Karar vermek lazım. Araf hali devam edemez böyle. Kafamda vuzuha kavuşturmadığım şeyler var. Cevapsız kalan sorular. Tatmin yok. Rutin ailevi meseleler, dairenin işleri. Ekmek kavgası, ekmek teknesi. Ev yavaş yavaş soğuyor. Böyle giderse bir haftaya kalmaz kombiyi açarız. En azından çocuklar için. Doğalgaza bir yıl içinde yüzde yüz zam geldi. Geçen sene beş yüz gelen fatura bu yıl bir veya iki bin gelecek. Odun ve kömür fiyatları doğalgazdan berbat. Ocak ayında bakalım reis ne kadar zam verecek. Yüzde ellinin altında verirse iş yaş. Bir koli yumurta yüz TL'ye yaklaştı. Böyle giderse gelecek zamlar da birkaç içinde eriyecek gibi. Olan orta tabakaya oluyor. Üst tabaka bolluk ve bereket içinde yüzüyor. Yerli otomobil deniyor, hiçbir şeyi yerli değil.
Stefan Zweig'in "Rahel Tanrıyla Hesaplaşıyor" öyküsünü yeni bitirdim. Çok güzel ama kısa. Biraz daha uzun olabilirdi. "Ölümsüz Kardeşin Gözleri" çok daha güzel. Öyküde bir isyan, bir öfke, bir inkar var. Zweig tanrıyı kaybedeli yıllar oldu. Öykü bir ümit, bir kendini kandırma, bir kendini aldatma. Tanrı ve tanrılar hepsi insan mahsulü ona göre. İnanıyorum ama en büyük sorunum tanrı benim. Hep onu düşünüyorum. Var mı, yok mu? Ahiret, cennet, cehennem, hesap bunlar sahiden var mı? Yoksa insan hayalinin bir mahsulü mü? Bütün hayatım bu soruların cevabını aramakla geçti. Düşüncelerim, okumalarım, yazmalarım, konuşmalarım hep bu konuların etrafında döndü, dolaştı.
Karamazov Kardeşler'deki İvan gibi bunları düşünmekten ve sorgulamaktan beynim yoruldu. Vazıh olan bir şey yok, herşey müphem. Tanrı böyle olmasını diliyor belki. Her şeyi açık etse imtihan bitecek. Cehennemi isteyen O, cenneti isteyen O, mümini isteyen O, kafiri isteyen O, zulmü isteyen O, adaleti isteyen O, kediye kaç diyen O, tazıya tut diyen O, tereddüdü veren O, tatmini veren O, ümidi veren O, korkuyu veren O. İnsanlar pratikte tanrı yokmuş gibi yaşıyor. Birçok demokratik ülkede insanlar bundan memnun, mutlu ve huzurlu. Belki de insanı en fazla huzursuz eden O'dur. İnsanlar huzuru bulmak için çabalasın diye.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum