Kimsin sen, kendin misin, bir başkası mı yoksa herkes mi? Yaşamın içinde karşılaşmış olduğun durumlarda kendimiz olarak davranabiliyor muyuz? Bu hayat bize ait değil yaşamış olduğumuz mekân, yaşamış olduğumuz zaman, yaşamımız; bizim, kendimizin, herkesten bağımsız olarak kendimizce oluşturabildiğimiz, davranabildiğimiz bir yaşam değil. Zira çok fazla “herkes” var hayatımızda ve bu kadar “herkesten yapılmış herkesin” olduğu yerde, insanın kendi olması, kendine ulaşması ve kendince bir hayat yaşaması çok zor.
“Herkesin içinde, herkesin yaptığını, herkes gibi yapmaktayızdır. Kendimizi ister istemez kapılmış bulduğumuz bu rutin içinde biz kendi biricikliğimizi yaşamaktan uzak bir biçimde herhangi biriyizdir… Benim kendim yani ben olmaklığım herkeste yitmiştir bir bakıma… Rutinin dışına çıkarak kendi sahiciliğimizi, emsalsizliğimizi ya da tekilliğimizi yaşadığımız yani hakiki anlamda kendimiz olduğumuz anlar nadirdir gerçekten…” Böyle diyordu; Özkan Gözel, yazımıza başlık ve ilham olan “Heidegger’in Dünyası” kitabında ve devam ediyordu; “Herkes ’in diktatörlüğü ”ne rıza ile bir ömür sürerek beşeriyet düzeyinde kalmakla yetinmek, en asli imkânımızı yani kendimiz olma imkânını ıskalamak demektir.” “Herkesin diktatörlüğü” Evet ifade Heidegger’e ait. Ne dersiniz, ifade çok mu ağır? Esasen üzerinde düşünüldüğü takdirde o kadar haklı ki. Bizi bizden uzaklaştıran, bizi herkes’leştiren, bizi sıradanlaştıran, başkalaşmaya mahkûm eden “herkesin diktatörlüğünden kurtulabilmemiz gerekiyor. Evet, unutmamalıyız ki; çarkın dişlilerinin arasına ezilen biziz ve fakat herk eşleşerek çarkı son sürat çeviren de biziz.
Ne çok “biz” olmadığımız, “ben”i bulamadığımız yaşamlara mahkûmuz. Herkesin içindeyiz ve bu kadar herkesin içinde, bu kadar kalabalıklar arasında kendimize yol bulamıyoruz. Herkesler tarafından kuşatılmışız. Kalabalığın kabalığını yaşıyoruz. Dünyadayız ve fakat dünyada olamıyoruz. Çünkü kendimizden uzaktayız. Kalabalıklar arasındayız, o kadar kalabalık ki kendimizi bulamıyoruz. Gürültünün ortasındayız, konuşmalar, uğultular, homurtular arasındayız, kendi sesimizi tanıyamıyoruz… Sürekli olarak bir telaşı yaşıyoruz, uğraşıyoruz, koşturuyoruz, hızın ve hazzın çarkları arasında herkes’lere yetişmeye çalışıyoruz, yavaşlayamıyoruz.
Oysa hakikat kalabalıklardan uzak kalabilmekte, herkes’in olmadığı yerdedir çoğu zaman. Ne demiştik; İnsanın hakikat ve anlam arayışında yine insana olan yolculuğu, kolay olmayacaktır. Uzaklarda değildir, kendisi kadar yakındır hakikat insana. Ne var ki; insanın insana yani kendisine ulaşması kolay değildir. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir zaman diliminde, herkesle konuşan, herkesi duyabilen, herkese ulaşabilen, herkesi izleyebilen insan kendine ulaşamamaktadır. İnsan kendisi ile bir türlü konuşamamaktadır, kendisini dinleyememektedir. Kendisi ol’amamaktadır.
Nedir, herkesle birlikte ama herkesleşmeden yaşayabilmek. Evet, tam da bu noktada herkesten uzakta yaşamayı salık verdiğimiz düşünülmesin. Herkesle birlikte ama herkesleşmeden yaşayabilirsek, herkesle birlikte ancak herkes gibi gitmeyebilirsek, hayatın derinliğinin farkına varacağız. Herkesin konuştuğunu söylemek, herkesin düşündüğü gibi düşünmek, herkesin yaptığını yapmak, herkesin giyindiğini giyinmek, her yönüyle modanın ardından gitmek sıradanlaştırıyor insanı. Oysa önemli olan korolara dâhil olmak değil kendimize has bir bakışa sahip olmak. Hikmetin birazda kalabalıklardan uzakta olduğunu anlamamız gerekiyor. Kitle olmanın uyuşukluğundan kurtulabilmenin, gürültüden uzak kalabilmenin yolunun, kalabalığın niceliğinin yerine ben olabilmenin, sahih bir şekilde var olabilmenin niteliğini ortaya koyan derinlikli bir zarafette olduğunu görebilmek gerekiyor.
Evet, herkesin içindeyiz ve fakat herkesin içinde herkesleşmeden yaşama imkânına da sahibiz. Yeter ki kendimizim, kendiliğimizin, kendi biricikliğimizin farkına varabilelim. Burada mesele; herkesi, her halde kötü görmek gibi bohem bir yaklaşım değil. Mesele insanın kendisini yalnızlığa mahkûm etmeden ama kendini de kaybetmeden hepsinin üstüne “herkesleşmeden” yaşayabilmesidir. Belki meramımızı daha iyi ifade edebilmek için, meseleyi daha da öteye götürebilirsek; irfani geleneğimizin “Halvet der encümen”ine yol bulacağızdır. Herkeslerin içinde, herkesleşmeden, halk içinde Hak ile yaşayabilmek... Yoksa mutlak olarak herkesin kötü görüldüğü hâlin varacağı yerde insan ancak kaybolacaktır. Oysa derdimiz insanın kaybolması değil, “herkesin diktatörlüğün”den kurtularak, herkesleşmeden ama herkesin içinde “ol”masıdır…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum