Reklam Alanı

İKİ BAĞ SAHİBİ VE YOKSUL ARKADAŞI

Reklam Alanı
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala
Reklam Alanı
  İslam’ın en büyük hedefi, insanlığı hem dünyada hem ahirette mutluluğa ve huzura kavuşturmaktır. İnsanlık dediğimiz ilahi imtihana tabi tutulan kitle, inançları, renkleri, ırkları, dilleri, ekonomik varlıkları hatta güçleri birbirinden farklı insanlardan oluşmuştur. Söz konusu Ahiret diye adlandırılan ebedi hayata götürülmek üzere bir süreliğine bu dünyada iskân ettirilen bu halkın içinde kuvvetli-zayıf, fakir-zengin, siyah-beyaz gibi zıt kutuplar vardır. İmtihan gereği ve tekemmül hikmetiyle değerli, üstün özelliklerin yanında, biri diğerine hayat hakkı tanımayacak ölçüde bencillik, hırs, öfke, gibi nefsani kötü tutkulara eğilimli, sınır konulmamış duygularla da donatılmışlardır. Bıçak nasıl ki kullanıldığı yere göre faydalı yahut zararlı olabiliyorsa bu nefsani duygular da hem iyiye hem kötüye alet olabilir. İnsanlığın en temel iki kitlesi fakir ve zenginlerdir. Bir zincir gibi düşünürsek insanlığın en zayıf halkası fakir ve miskinlerdir. Bunlara da geçim çaresi olarak yardım sunulmazsa bütün toplumu huzursuz eder, birçok trajedilere yol açar. Yüce Yaratıcı, fakirin hakkını zengine verdiği malın içine koymuş, zekât adı altında onun fakire vermesini emretmiştir. Böylelikle, zengin hem ilahi emri yerine getirirken fakir de rızkına kavuşmuş olur. Bunun sonucu olarak aralarındaki uçurum kapanır, husumet dostluğa dönüşür. İşte bu nedenledir ki, Hadis-i şerifte “Zekât İslam’ın köprüsüdür.” buyrulmuştur. Nasıl ki, bir organ rahatsız olunca bütün beden rahatsız olur; bir ailede bir fert rahatsız olursa bütün aile huzursuz olur; bir gemide bir görevli görevini yapmazsa gemideki herkes tehlike altındadır. Toplumun önemli bir kitlesi olan fakir ve miskinlerin geçim sıkıntıları giderilmezse, bütün toplumun rahatının kaçacağı bilinmelidir. Mal çokluğu, sahibine rahat ve konfor sağlaması beklenirken, tam tersi huzursuz eden bir araç durumunda sıkıntıların kaynağı olur.   Mekke müşrikleri fakir, miskin, yetim gibi savunmasız, güçsüz ve kimsesizlere karşı acımasız bir tutum içindeydiler. Bu zalimliği hak olarak görüyorlardı ve kültürlerinin süregelen bir parçası olarak telakki ediyorlardı. Bu şeytani düzeni ortadan kaldırmak için, İslam, müşriklerle mücadeleyi, putlarının yanı sıra fakir, miskin ve yetimlere yaptıkları zalimlikler üzerine de yoğunlaştırdı. Bu itibarla Kur’an’a dayalı toplum düzeninde, yoksul ve kimsesizlere sahip çıkmak İslam’ın sunduğu yol haritasında öncelikli konumdadır. Hatta onlara yardım etmeyi “dinin kendisi olarak ifade etmektedir. Onun için, Maûn suresinde, yetimi tartaklayan, onların hakkını vermeyen, miskinin yemeğini teşvik etmeyen müşrik yöneticilerini “dini yalanlayan” olarak nitelemiştir. Mal çokluğu ve servet zenginliği, şükür isteyen ve şükürle devam eden nimet-i İlahîdir. Nimete şükrün en önemli parçası, muhtaç olanlara zekât ve sadakasını vermektir. Şükür, zekat vermeye yanaşmayıp sadece dil ile “Ya Rabbi çok şükür” demekten ibaret değildir. Yahut Kudret’in sunum araçları olan ağaçlara teşekkür etmek değildir. İslam’ın bir şartı olarak farz kılınan zekâtı vermemek, nimeti verene karşı işlenmiş büyük bir günah olduğu gibi, zenginin malı içinde gönderilen fakirin hakkını da gasp etmek demektir.  Hem Allah’a hem kula karşı işlenen bu suçun, Ahirette cehennem azabıyla, dünyada da nimetten mahrumiyetle cezalandırılabileceği unutulmamalıdır. Tarihte bu mahrumiyet cezasının örnekleri çoktur. Kur’an-ı Kerim’de, “Eğer şükrederseniz, nimetleri arttırırım, eğer nankörlük ederseniz, muhakkak ki azabım çok şiddetlidir.” ayetiyle buna dikkat çekilmiştir. Nimetin şükrü eda edilmeyince Allah tarafından verilen mahrumiyet cezasına örnek olarak Kur’an-ı Kerim, insanların ibret alması için iki bağ sahibinin kıssasını anlatmaktadır. İlgili ayetlerin meali şöyledir: “Onlara, misal olarak şu iki adamı anlat: Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekin bitirmiştik. Bağların ikisi de yemişlerini verip hiçbir ürünü eksik bırakmamışlardı. İki bağın arasından bir de ırmak akıtmıştık. Böylece adamın bol ürünü oluyordu. Bu yüzden arkadaşıyla konuşurken ona şöyle dedi: ‘Benim malım seninkinden daha çok; insan sayısı olarak da daha güçlüyüm.’ Böyle bir böbürlenme içinde kendine kötülük ederek bağına girdi ve şöyle dedi: ‘Bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam. Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbimin huzuruna götürülürsem bile, hiç şüphem yok ki, orada bunun yerine daha iyisini bulurum.’ Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona hitaben, ‘Yoksa sen,’ dedi, “Seni topraktan, sonra nutfeden (sperm) yaratan, daha sonra seni bir adam biçimine sokan Allah’a da mı inanmıyorsun? Hâlbuki O Allah benim rabbimdir ve ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam. Keşke bağına girdiğinde, ‘Mâşal­lah! Güç yalnız Allah’ındır’ deseydin! Eğer malca ve evlâtça beni kendinden güçsüz görüyorsan, ben de rabbimin, senin bağından daha iyisini bana vereceğini umuyorum. Allah senin bağına gökten âfetler gönderir de bağ boş ve kaygan bir zemin haline gelebilir. Yahut bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu aramaya bile gücün yetmez.’ Çok geçmeden adamın ürünleri (felâketlerle) kuşatıldı. Sahibi, çardakları yere çökmüş haldeki bağı uğruna yaptığı masraflardan ötürü çırpınmaya başladı. ‘Ah!’ diyordu, ‘Keşke ben rabbime hiçbir şeyi ortak koşmamış olsaydım!’ Ona Allah’tan başka yardım edecek yandaşları da yoktu; kendisi de (bu felâkete) engel olamadı. İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükâfatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren yine O’dur.” (Kehf 32-44 ayetleri.)
İKİ BAĞ SAHİBİ VE YOKSUL ARKADAŞI
Reklam Alanı

İptal

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

0 Yorum

Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!

Tekrar deneyiniz.